Bölümün ortalama okuma süresi 12 dakikadır. İyi okumalar dileriz.

※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※
Çevirmen: QuantumPunch
Redaktör: Bertiel
Destekçiler: Donatus, Echi_dna, Akari, Nurullqhx, Atakan Soner, Misertus, shingokuz, Lewysi, Taha Kurt, Künefe, agaligim, Katlicia, Lavedos, God’s Clown, Feylix, Samte, Only Rusen, Saitama ama jojo referansı, Allen Walker, Kayra Poyraz, LReiN, Ebubekir, Hexa
Destek vermek isterseniz TIKLAYIN!
Discord’a gelmek isterseniz TIKLAYIN!
※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※
1
Fourier’den gelen o öneri, her zamanki gibi aniydi.
Mekân; Lugunica Krallığı’ndaki Karsten bölgesi, Dük Karsten malikânesinin misafir odasıydı.
Uzun, yeşil saçlı bir kız; elindeki siyah çay fincanını kenara koyduktan sonra başını yana eğdi.
???: “Ferris’in kraliyet başkentindeki bir şifacıdan… yeni yetenekler kazanmasını mı istiyorsunuz?”
Cesur bir duruşu ve kehribar rengi gözleri vardı. Henüz bir genç kızın taze görünümünü taşısa da yüz hatları o kadar belirgindi ki gelecekte dillere destan bir güzele dönüşeceği kesindi. O kızın adı Crusch Karsten’di.
Fourier: “Evet! Meckart bir süredir benden tavsiye istiyordu. Ben de Ferris’in şifa yeteneklerine çok değer verdiğim için bu teklifle geldim!”
Crusch’a cevap veren de bir o kadar yakışıklı, güzel bir oğlandı. Güneş gibi parlayan sarı saçları ve mücevheri andıran yakut kırmızısı gözleri vardı. Gelişigüzel bir şekilde gülümsediğinde ağzının kenarından beyaz sivri dişleri beliriyor, pervasız kişiliğini daha ilk bakışta ele veriyordu. Fourier Lugunica böyle biri olsa da kendisi Lugunica Krallığı’nın dördüncü prensiydi ki bu insanı şaşırtmıyor değildi.
Crusch: “Babam Ekselanslarına mı danıştı? Ferris’in şifa yetenekleri gurur duyduğum bir şey ancak bunu göz önünde bulundurarak soruyorum: Babam size tam olarak ne danıştı?”
Fourier: “Hım? Ferris’in şifa yeteneklerinin daha da gelişmesini isteyip istemediğini sordu. Senin kılıç talimlerine ben de katkıda bulunuyorum ama Ferris’in gelişim için daha çok potansiyeli var… En azından Meckart böyle diyor. Bu yüzden kraliyet kalesindeki saray şifacısından ders alması gerektiğini düşündüm.”
Crusch: “Anlıyorum. Babamdan ve Ekselanslarından beklendiği gibi. Ne kadar keskin bir öngörü.” diyerek laf arasında bir iltifatta bulundu.
Fourier: “Ah, lafı bile olmaz! Ama daha fazla övmene izin vereceğim! Hadi öv beni!” diye haykırdı, neşeyle kahkaha atarken dizine vuruyordu.
Crusch, hemen yanında sessizce duran kişiye hızlı bir bakış attı.
Kestane rengi, ense hizasındaki saçları ve yuvarlak sarı gözleriyle kız gibi duran sevimli bir oğlandı. İncecik bedenini belli eden kadın kıyafetleri ve yarı insan kanı taşıdığından kendine özgü hayvan kulakları ve bir kuyruğu vardı. Hakkında konuşulan kişi, yani Ferris’ti bu.
Crusch, elleri dizlerinin üzerinde başı öne eğik bir şekilde sessizce oturan Ferris’e baktı.
Crusch: “Sen ne düşünüyorsun, Ferris? Ekselanslarının teklifini kabul etme niyetin var mı?”
Ferris: “Ben size aitim… Crusch-sama. Bu yüzden yanınızdan ayrılmak istemiyorum. Ama eğer gitmemi emrederseniz, o zaman…”
Bakışları bir an boşlukta gezindi, ardından yalvarır bir ifadeyle sessizce Crusch’a baktı. Crusch, onun bu zayıf tavrı karşısında bir anlığına sessizleşti ve sonra Fourier’e döndü.
Crusch: “Onu duydunuz, Ekselansları. Şahsen ben bu kararı hizmetkârımın özgür iradesine bırakmaktan yanayım ama… Ekselansları, bana emredebilir misiniz?”

Fourier: “Hım, sana neyi emretmemi istiyorsun?”
Crusch: “Bana Ferris’e kraliyet başkentine gitmesini emretmemi emredebilir misiniz?”
Bir kelime oyunu yapıyordu. Ferris’in gözleri şaşkınlıkla irileşirken Crusch muzipçe gülümsedi. Ve sonra——
Fourier: “Tam anlamadım ama pekâlâ. Crusch, sana Ferris’e kraliyet başkentine gitmesini emretmeni emrediyorum!”
Crusch: “Emriniz üzere, Ekselansları. Ferris.”
Hürmetle eğildi, ardından kehribar rengi gözlerini Ferris’e çevirdi. Ferris refleks olarak omuzlarını silktiğinde Crusch emri verdi.
Crusch: “Ekselanslarının dediğini yap ve kraliyet başkentindeki şifacıdan ders al.”
2
Ferris’in hatırlayabildiği kadarıyla bu, onun kraliyet başkentine ilk ziyaretiydi.
Kendisini alan ejder arabasından inip kalenin altındaki şehre baktığında duygulanıp boğazı düğümlendi.
Ferris: “O-Oha…”
Manzara o kadar nefes kesiciydi ki.
Fourier: “Görkemli, değil mi? Ben de buranın manzarasının harika olduğunu düşünüyorum.”
Yanında gururla kollarını kavuşturmuş duran kişi, yolda birlikte geldiği Fourier’den başkası değildi. Bir asilzade olmasına rağmen olağanüstü derecede vurdumduymaz biriydi. Kraliyetten birinin, bir başkasının hizmetkârıyla aynı arabada sanki çok iyi arkadaşlarmış gibi seyahat etmesi pek bilinen bir şey değildi.
Ferris: “Evet, muhteşem. Demek kraliyet başkenti burası… Lugunica Krallığı’nın en büyük şehri.”
Fourier: “Ve aynı zamanda yüzyıllardır benim ailemin koruması altında olan bir yer. Bu beni gururlandırıyor ve tüm bu sorumluluğun altında ezildiğimi hissediyorum. Ha ha, benden pek bir şey beklenmediğini bilsem de!” diye haykırdı, üzerine yorum yapması zor bir şey söyleyerek.
Ferris: “Hayır, şey, öyle değil…” diye cevap verdi, ne diyeceğini bilemiyordu.
Onlar kraliyet kalesinin ana kapısının girişinde dikilirken arkalarından bir ses duyuldu.
???: “Güvenle döndüğünüzü görmek beni mutlu etti, Prens Fourier.”
Ferris arkasını döndü ve bunu söyleyen kişiye bakıp şaşkınlıkla yerinden sıçradı. Uzun bir adamdı ama sert ve gergin ifadesi bir çocuğun kalbi için biraz fazlaydı.
Yine de Fourier, onun kim olduğunu anladıktan sonra dişlerini göstererek neşeyle gülümsedi.
Fourier: “Ah, Marcos! Bizi karşılaman ne hoş! Ben yokken ortalık sakin miydi?”
Marcos: “Siz yokken biz -naçizane şövalyeleriniz- kraliyet başkentinin huzurunu korumak için tek vücut olarak çalıştığımızı bildiriyorum, Ekselansları. Neyse ki hiçbir huzursuzluk belirtisi olmadı ve halkımız barış içinde yaşıyor.”
Fourier: “Hı-hım, fena değil! Ah evet, seni de Ferris’le tanıştırayım!”
Fourier, Ferris’in elini tuttu ve onu hafifçe iterek resmî bir tavır takınan adamın -Marcos’un- önüne sürükledi. Bu ani hareket Ferris’i şaşırttı ama Fourier onun omzuna vurdu ve…
Fourier: “Bu Ferris. Ferris benim arkadaşımdır ve gelecekte seçkin bir şifacı olacak. Bir şey olursa ona güvenebilirsin. Kafan kopsa bile Ferris onu geri yerine sapasağlam yapıştırır!”
Ferris: “Ekselansları, beni biraz abartmıyor musunuz?!”
Bu aşırı övgü karşısında paniğe kapıldı. Ama Marcos, Fourier’in söylediği şey üzerine gözlerini kıstı.
Marcos: “Yoksa siz Argyle Hanesi’nden misiniz?”
Soyadının aniden gündeme gelmesiyle Ferris’i bir endişe dalgası sardı, nefesi boğazına tıkandı. Yanındaki Fourier başını yana eğmişti ama görünüşe göre Marcos onun durumunu biliyordu.
Ferris’in hayvan kulaklarına baktıktan sonra Marcos, düşünceli bir şekilde köşeli çenesine dokundu.
Marcos: “Hayır, özelinize girmek istemedim. Ekselanslarının arkadaşına karşı kabalık ettim. Sizi rahatsız ettiysem özür dilerim.”
Ferris başını iki yana sallayarak Marcos’un özrünü geri çevirdi.
Ferris: “Hayır… Kötü bir şey söylemediniz.”
Şövalye cevap vermeden Fourier’e baktı.
Marcos: “Onun bir şifacı olacağını söylediniz, yani daha önce bahsettiğiniz kişi o mu Ekselansları?”
Fourier: “Aynen öyle! Şifacılar gerekli hazırlıkları yaptı, değil mi? Sonuçta Ferris buraya bunun için davet edildi.”
Marcos: “Her şey halledildi. Fakat askerler yakında talimlerine başlayacaklardır, bu yüzden oraya şimdi gitmeniz naçizane tavsiyemdir. Ve…”
Marcos sesini alçalttı ve Fourier’in kulağına fısıldadı.
Marcos: “Bordeaux Zergev-sama, bugün bizzat denetim yapmak için gelecek.”
(Ç.N: Kraliyet seçimi adaylarının toplandığı bölümde Emilia’ya yarı-şeytan diyerek aşağılayan şahıs.)
Fourier: “——? Bu bir sorun mu? Bordeaux’un biraz gürültücü olduğu doğru ama…”
Fourier kaşlarını çattı, Marcos ise onun hakkında konuştuklarını anlamasın diye Ferris’e bakmadı.
Marcos: “Kulakları ve kuyruğu. Bordeaux-sama yarı-insanlardan hoşlanmaz. Bu yüzden onu görmemesi daha iyi olur.”
Fourier: “Hadi canım, bu çok saçma. Eğer arkadaşlarını sadece kanlarına göre seçersen sonunda ayrımcılığa uğrayan sen olursun. Bunu Bordeaux’a benim yerime söyle.”
Marcos: “Bunu ona kendiniz söyleyebilirsiniz, Ekselansları. Benim mevkim bu tür yorumlar yapmama engel.” diyerek bir adım geri çekildi.
Fourier hoşnutsuz bir ifadeyle baktı ve sonra Ferris’e gelmesi için işaret etti. Onu takip eden Ferris, Marcos’a başıyla selam verip oradan ayrıldı.
Onlar gözden kaybolduktan sonra Marcos başını yana eğdi.
Marcos: “Argyle Hanesi’nin en büyük çocuğunun erkek olduğunu sanıyordum ama meğersem sevimli bir hanımefendiymiş.”
3
???: “Mana’nın temel kullanımlarını öğrendiğin söylenmişti. O zaman gerisini uygulamalı bir şekilde öğrenebilirsin. Ne de olsa burada her zaman yaralı birilerini bulabilirsin. Heh-heh-heh.”
Bu kendine özgü kahkahasıyla konuşan; neredeyse bir iskelet kadar sıska, beyaz saçlı saray şifacısıydı. Fourier’in isteği üzerine kaleye gelen şifacı oydu ve krallığın hizmetindeki en mükemmel şifacılardan biriydi. Ancak tek o değildi, birkaç kişi daha kaleye gelmişti. Sadece Ferris’i eğitmek için oldukça abartılı bir karşılama olduğu kesin olmakla beraber Ferris, bunun Fourier’in iyi niyeti olduğunu anlıyordu ancak…
Şifacı 1: “Yine şaka yapıyor olmalı, Ekselansları.”
Şifacı 2: “Yarı-insan bir kız mı? Hem de burada mı?”
Şifacı 3: “Ben bu işe karışmayı reddediyorum.”
Durduk yere çağırıldıkları için şikâyet eden şifacıların sayısı az değildi. Gizlice konuşuyor olabilirlerdi ama Ferris’in kulakları, arkasından söylediklerini rahatlıkla duyabiliyordu. Marcos’un az önce Fourier’in kulağına fısıldadığı şey de bir istisna değildi.
Fourier: “Pek iyi görünmüyorsun, Ferris. Yoksa gergin misin?”
Astlarının saygısızlığından habersiz olan Fourier, başı öne eğik duran Ferris’e karşı düşünceli davranıyordu ve bu gülümseme Ferris’i üzüyordu. Fourier’e düşkün olduğu ve ona borçlu hissettiği için bu durum Ferris’in kalbini daha da sızlatıyordu.
İskelet Şifacı: “Askeri talim alanı, kraliyet kalesinin hemen yanında. Şövalyeleri ve şehir muhafızlarını eğittikleri yer burası ama eğitimleri yoğun, hatta aşırı sert geçer. Bu yüzden her zaman kan kaybettikleri ve kemiklerinin kırıldığı söylenebilir, he-he-heh.”
İskelet Şifacı, sürekli birilerinin yaralandığı bu yere bakıp güldü. İyileştirmeyi mi yoksa sadece kan ve vahşet görmeyi mi sevdiği belirsizdi ama diğer şifacılardan bir nebze daha iyi görünüyordu.
Ferris onu takip etti ve yaralı şövalyelerle şehir muhafızlarını nasıl iyileştirdiğini izleyerek öğrendi.
Ferris: “Demek her şeyi şifa büyüsüyle iyileştirmiyorsun.”
İskelet Şifacı: “Bir bireyin sahip olduğu mana miktarı sınırlıdır. Hafif yaraları iyileştirip dururken ağır yaralı birine manan kalmaması kabul edilemez bir şey. İnsanlar yaraların kolayca iyileştirilebileceğini düşündüklerinde pervasızlaşırlar. Mükemmel bir şekilde ustalaştıysa bir şifacı ölmek üzere olan birini kurtarabilir. Duruma göre kaderi bile bükebilecek bir güçtür bu.”
Ferris: “Ölmek üzere olan birini kurtarabilir…”
İskeletŞifacı’nın bahsettiği durumu yakından tanıdığı için refleks olarak göğsünü kavradı. Bu ona Crusch’ı neredeyse öldürdüğü ve ardından olağanüstü bir güç açığa çıkararak onu kurtardığı anı hatırlatmıştı.
İskelet Şifacı: “İnsanları kurtarma gücü kesinlikle harikadır. Ama gücünü aşırı kullanmaktan kaçın çünkü insanlar buna alıştığında pervasızlaşmaya başlarlar ve sonunda bu yüzden hayatlarını kaybederler. He-heh-heh.”
Ferris: “Sanki bir ders almış gibi hissediyorum…”
Ferris: “Basit bir kesik veya çürüğe bandaj yaparak ya da suyla soğutarak ilk yardım yapabilirsin. Nasıl yapılacağı gösterilirse herkes de yapabilir.”
İskeletŞifacı, diğer şifacılara kıyasla birçok yönden alışılmışın dışında olabilirdi ama Ferris ondan gerçekten çok şey öğrenebileceğini hissediyordu.
O düşüncelerine dalmışken talim alanında bir ses yankılandı.
???: “——Şövalyeler körelmiş. Herkeste ruh eksik. Ruh.”
Ses, girişin orada kollarını kavuşturmuş hâlde dikilen ve etrafa bakınan cüsseli kel bir adama aitti. Adam yaşlılık dönemine giriyordu ama dimdik duruşu ve yapılı bedeni, gençlik enerjisiyle doluydu. İşleyen demir pas tutmazmış derlerdi.
Ardından hafif bir uğultu oldu ve İskeletŞifacı dışındaki tüm şifacılar ona doğru koşturdu.
Şifacılardan Biri: “Z-Zergev-sama! Sizi talim alanına getiren nedir…”
Bordeaux: “Yaklaşmayın bana. Ne kadar da baş belası. Denetleme yaparken uğrayayım dedim. Görevinizi yerine getirin, görevinizi!” diye ağzından tükürükler saçarak bağırdı yaşlı adam. Bir yandan da talim alanında ilerlerken yağcılık yapmaya çalışanları uzaklaştırıyordu.
Talim alanının atmosferi aniden gerildi ve o ana kadar işlerini yarım yamalak yapan şehir muhafızları, eğitimlerini son vitese taktılar.
Öte yandan—— Ferris; yaşlı adamdan, yani Bordeaux’tan saklanmak için kendini gizledi. Onun Marcos’un bahsettiği yarı-insanlardan hoşlanmayan kişi olduğundan emindi.
Eğer fark edilir ve yaşlı adamın keyfini kaçırırsa Crusch’a ve Fourier’e sıkıntı çıkaracağını düşünerek hemen uzaklaşmaya çalıştı—— ama bu denemesi, omzunu yakalayan Fourier tarafından durduruldu. Ve sonra…
Fourier: “Ah, Bordeaux! Görüşmeyeli uzun zaman oldu. İyi misin?”
Kimse ne düşündüğünü bilmiyordu ama Ferris’i de peşinden sürükleyerek dosdoğru Bordeaux’a yöneldi. Ferris şaşkınlık içindeyken Bordeaux onların yaklaştığını fark edip gülümsedi.
Bordeaux: “Eğer bu Prens Fourier Ekselansları değilse kimdir?! Sizi talim alanında görmek ne kadar nadir bir durum. Ah, belki de öyle değildir. Duydum Ekselansları. Son zamanlarda kılıç ustalığına heves salmışsınız. Eğer sizin için de uygunsa birkaç hareket öğretmeme izin verir miydiniz?”
Fourier: “Hayır, dur, yaşına uygun olmayan şeyler yaparsan belini incitirsin. Daha önemlisi, seni arkadaşım Ferris’le tanıştırmak istiyorum.”
Fourier, tıpkı Marcos’a yaptığı gibi Ferris’i, Bordeaux’un önüne itti ve Bordeaux beklediğinden daha arkadaş canlısı duran biriydi.
Ancak Ferris’i görünce Bordeaux’un ifadesi buz kesti.
Bordeaux: “Şu kulaklar ve o kuyruk… Sen bir yarı-insansın—— tüm saygımla Ekselansları, eğer size bir tavsiye verecek olursam…”
Fourier: “Eğer bana arkadaşlarımı akıllıca seçmemi söyleyeceksen duymayacağım. Sana arkadaşımı tanıştıracağımı söyledim. Arkadaşlık zaten kurulmuş durumda. Kraliyetten birine elde ettiği şeyi bir kenara atmasını mı emrediyorsun?”
Bordeaux: “E-Ekselansları…”
Her zaman gülümseyen ve çoğu zaman dünyadan bi’ habermiş gibi görünen Fourier’in şimdi yüzü gergin, sesi ise sertti. Bu manzara karşısında Ferris’in nutku tutulmuştu. Ya da belki de oradaki herkesin aynı derecede nutkunun tutulduğunu söylemek daha doğru olurdu.
Fourier: “Kendini tanıt, Ferris. Benim arkadaşım ve Crusch’ın uşağı olmaktan utanmayacağın bir şekilde.”
Sırtından yukarı doğru bir şeyin hareket ettiğini hisseden Ferris, emre uyarak bir adım öne çıktı. Kendisine tepeden bakan Bordeaux’a hürmetle eğildi.
Ferris: “Kendimi tanıtma fırsatı verildiği için onur duydum. Adım Felix Argyle. Dük Karsten’in kızı olan Crusch-sama’ya uşağı olarak hizmet etmekteyim.”
Fourier: “Ve Ferris aynı zamanda benim de bir arkadaşımdır. Gelecekte de bir şifacı olacak. Anlaşıldı mı, Bordeaux?” dedi, kolunu Ferris’in omzuna atıp onu kendine çekti.
Fourier: “Bundan sonra arkadaşımı küçük düşürmenize izin vermeyeceğim, sebebi her ne olursa olsun. Başkalarını düşüncesizce aşağılarsan bu yaptıkların eninde sonunda dönüp dolaşıp seni bulur. Bunu asla unutma!”
Bordeaux: “Anlaşıldı.”
Diyerek olduğu yere diz çöküp eğildi—— en derin saygısını sundu. Yaşlı adam sonra ayağa kalktı ve Ferris’e baktı.
Bordeaux: “Ekselansları sana onayını verdi. Bunun ne kadar büyük bir mesele olduğunun tastamam farkında ol. Onun beklentilerini karşıladığın sürece soyunu görmezden gelecek ve seni adil bir şekilde değerlendireceğim. Sana söz veriyorum.”
Bordeaux yüzünü kaldırdı ve talim alanındaki herkesin duyabileceği bir sesle konuştu.
Bordeaux: “Siz şövalyeler körelmişsiniz! Ancak sadakatimizi sunduğumuz krallık için hâlâ umut var! Bugünkü denetimin sonuçları, sırf bunu teyit edebildiğim için iyiydi. Sıkı çalışın savaşçılar!”
Bordeaux, tatmin olmuş bir şekilde güldükten sonra cüsseli bedeniyle talim alanını terk etti. Birkaç görevli peşinden gitti ve Ferris nihayet rahatladığını hissetti.
İskelet Şifacı: “Daha ilk günden epey bir kargaşa yaşandı. Bu ‘bir aylık çıraklığı’ sabırsızlıkla bekliyorum. He-he-heh.”
İskeletŞifacı, bunun kendi sorunu olmadığını düşünerek pis pis güldü ve Ferris iç çekti.
Yanındaki Fourier’e baktı ve birkaç saniye tereddüt etti.
Ferris: “Ç-Çok teşekkür ederim, Ekselansları. Ama… böyle bir şey söylemeniz sorun olmaz mı?”
Fourier: “Hım? Bunu sana söylememe gerek olmamalı ama benim mevkim Bordeaux’unkinden daha yüksek! Ben bir kraliyettenim! O Bilgeler Konseyi’nin bir üyesi olsa bile ben ondan üstünüm! Ondan çekinmeme hiç gerek yok! Gerçi belki biraz, azıcık çekiniyorumdur!”
Ferris: “Hi-hi… ama bu beni çok mutlu etti. Neden öyle şeyler söylediniz?”
Şimdi her zamanki hâline dönen Fourier, utangaç bir şekilde parmağıyla burnunun altını kaşıdı.
Fourier: “Kim bilir… Ama sözlerim samimiydi. Ş-Şey, Crusch’ın da bunda biraz rolü olduğunu kabul ediyorum… Ama bilirsin Ferris—— kadınları korumak erkeklerin görevidir!” diye bağırdı, kollarını kavuşturmuş ve o her zamanki neşeli gülümsemesi yüzüne takınmışken.
Sonda söylediği şeyi duyduktan sonra kendini tutamayan Ferris, içten bir kahkaha patlattı.
S O N
Ek Bölüm: Takipçisinin Yokluğunda Geçen Günler
destek yorumu