Bölümün ortalama okuma süresi 10 dakikadır. İyi okumalar dileriz.

※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※
Çevirmen: QuantumPunch
Redaktör: Bertiel
Destekçiler: Donatus, Echi_dna, Akari, Nurullqhx, Atakan Soner, Misertus, shingokuz, Lewysi, Taha Kurt, Künefe, agaligim, Katlicia, Lavedos, God’s Clown, Feylix, Samte, Only Rusen, Saitama ama jojo referansı, Allen Walker, Kayra Poyraz, LReiN, Ebubekir, Hexa
Destek vermek isterseniz TIKLAYIN!
Discord’a gelmek isterseniz TIKLAYIN!
※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※
1
…Bu sefer olacak, diye düşündüm sıkılı yumruklarımla kızıl kafalının üzerinden atlarken.
Duvardan bir tekmeyle destek alıp tavana doğru sıçradım, sarkan lambalara tutunup bir sarkaç gibi ileri savruldum ve tam da planladığım gibi, ayaklarım halıya değdiği an hızlanmayı başardım.
Felt: “Yaşasın! Bu sefer başardım. Oh olsun sana—— ıyah!?”
Kaçışımın son hamlesini yaparken ensemden yakalandım ve bacaklarım havada çırpınır hâlde kaldı.
Felt: “Öğk” diye bir ses çıkardım, ensesinden tutulmuş bir kedi gibiydim.
Reinhard: “Felt-sama, bir kızın ‘öğk’ demesi pek münasip değil.”
Felt: “Öyle mi? Öğk, öğk, öğööökk.”
Bunu duyunca arkamda bırakmış olmam gereken herife gıcıklık olsun diye tekrarladım.
Beni hâlâ ensesinden tutulmuş bir kedi gibi tutmaya devam ederken tavana baktı.
Reinhard: “Yine de sadece birkaç gün içinde yanımdan bir kez olsun ayrılabilmeyi başardınız… Bu epey büyük bir başarı.”
Felt: “Beni övmek için övüyormuş gibi yapma! Ve ben sokak kedisi değilim, bırak beni!”
Reinhard: “O hâlde bugünü de yine benim zaferim olarak kabul edebilir miyiz?”
Ben bacaklarımı havada savururken Reinhard bana bakıp gülümsedi.
Felt: “Lanet olsun!” diye tısladım; öfke, değersizlik ve türlü çeşitli diğer duygularımın hepsini onun gülümsemesine fırlattım.
2
O şerefsiz Reinhard tarafından alıkonulalı on gün olmuştu.
Beni hapsettikten sonra alay eder gibi, ‘Benden kaçabileceğini düşünüyorsanız denemekte özgürsünüz.’ diye bir teklifte bulunmuştu. Ne yazık ki son on gündür, bir düzine kadar kaçış planımın hepsi başarısız oldu. Bu kaçırılma durumundan hâlâ kurtulamamıştım.
Sanki tüm malikânede gözleri vardı, ne zaman kaçmaya çalışsam anında orada bitiyordu. Madem öyle, hazır o burada değilken bu zamanı kaçmak için kullanmalıyım…
???: “Buyurun, Felt-sama. Sürekli suratınızı asıp o sevimli yüzünüzü mahvetmeniz çok yazık.”
Memnuniyetsiz suratıma doğru bir tabak dolusu tatlı uzatıldı ve kokusunu alır almaz midem guruldadı. Tatlıları getiren yaşlı kadın, içgüdüsel olarak karnıma dokunduğumu görünce gülümsedi.
Reinhard ona ‘Büyükanne’ diyordu ve malikânede çalışan yaşlı çiftin kadın olanıydı. İşi yemek yapmak ve temizlik gibi şeyleri içeriyor gibiydi.
Altmış yaşından fazla gösteriyordu ve Reinhard’dan farklı bir anlamda da olsa başa çıkmakta zorlandığım biriydi.
Belki de sürekli gülümsüyor olması yüzündendi; bu beni rahatsız ediyor, sanki bana lanet ediyormuş gibi hissettiriyordu.
Büyükanne: “Bugünkü atıştırmalıklar fırında pişmiş şekerlemeler. Felt-sama, bunlar damak zevkinize uyar mı?”
Gözlerim şekerleme ile yaşlı kadın arasında gidip gelirken zaten kırışık olan yüzü, denemem için beni teşvik ederken daha da kırıştı.
Sanırım yapmak zorundayım.
Daha sıcağı çıkmamış bir şekerlemeyi alıp ağzıma tıktım. Tatlılığı anında ağzımı kapladı.
Felt: “Mmm!”
Gülümsememe engel olamadım.
Bu malikâneye zorla kapatılmış olsam da onların şık elbiselerinden ve yumuşak yataklarından nefret ediyor olsam da yemekleri bambaşka bir şeydi. Varoşlardakiyle kıyaslanamazdı bile.
Felt: “Acaba kaçarken Büyükanne’yi de yanımda götürsem olmaz mı?”
Büyükanne: “Fufu, davet edilmek beni mutlu etti ama… ben gidersem Büyükbaba açlıktan ölür. Gerçi, Genç Efendi her şeyi kendi başına halledebilir.”
Felt: “Tüh, olmadı ya.”
Büyükanne tarafından reddedildikten sonra dudaklarımı büktüm.
Bu arada, Büyükbaba –Büyükanne’nin kocası– aşırı sessiz bir çalışandı. Bahçeyle ilgilenirken, alışverişe giderken falan onu hep böyle suskun görmüştüm. Sonuçta daha önce onunla alışverişe gittiğimde konuşmakta bile zorlanmıştım.
Felt: “Hem kaçmak için gizlice dışarı sıvışsam bile nereye gidersem gideyim bulunuyorum ve sonra yorgun bedenim sürüklene sürüklene malikâneye geri getiriliyor…”
Büyükanne: “İki büyüğünü üzmek iyi bir şey değil. Ahh. Amanın, ne kadar da nazlısınız.”
Felt: “İyi de Büyükanne, sen de her kaçtığımda cezalandırmaktan geri kalmıyorsun ki…”
Reinhard burada olmasa bile Büyükanne ve Büyükbaba yoluma çıktığı için yine de ayrılamıyordum. Hareketleri, onların sıradan yaşlılar olmadıklarını açıkça belli ediyordu. Belki de Reinhard ile tanışıklıkları yüzündendi ya da belki soylularla bağlantısı olan herkes böyledir.
Felt: “Bu durumda mesele para, ha… Bu arada Reinhard’ı ortalıkta görmedim, burada değil mi?”
Büyükanne: “Evet, Genç Efendi halletmesi gereken bazı meseleler yüzünden Kraliyet Kalesi’nde. Ancak kısa süre içinde dönecektir. Felt-sama’nın yalnız hissettiğini anlıyorum ama lütfen sabredin, Büyükanne size eşlik edecektir.”
Felt: “Yalnız falan hissetmiyorum. Yemeğimi bitirdim, gidiyorum.”
Ellerime bulaşan kremayı yalarken yerimden kalktım.
Dürüst olmak gerekirse tabağı da yalamak istiyordum ama en son yaptığımda Büyükanne o kadar öfkelenmişti ki sanki dünyanın sonu gelmiş gibi hissetmiştim.
Büyükanne: “Evi toparlayıp temizlemem gerekiyor, bu yüzden size eşlik edemeyeceğim… Lütfen tehlikeli bir şey yapmamaya dikkat edin. Sonuçta Genç Efendi’nin ne yapacağını bilemem.”
Felt: “Çocuk değilim, endişelenmene gerek yok. Yemek için sağ ol.”
Kollarımı sallayarak yemek odasından ayrıldım ve malikânede aylak aylak dolaşmaya başladım. On gündür burada olduğumdan malikânenin çoğunu keşfetmiştim.
Doğal olarak dışarı açılan kapılar kilitliydi ve ilk gün pencerelerden atladığım için de pencereler artık açılmayacak şekilde değiştirilmişti. En kötü ihtimalle kaçmak için pencereleri kırabilirdim ama bunu en son denediğimde üç kişi üzerime atlayıp beni yakalamıştı.
Felt: “Yine de buradan kesinlikle çıkacağım…”
Böyle bir konforun içinde yuvarlanıp gitmenin fena olmayacağı doğruydu ama ne olursa olsun geri dönmem için bir sebebim vardı.
Felt: “Rom-jii… acaba iyi midir?..”
Varoşlarda geride bıraktığım tek aile üyemin adıydı bu.
On gün önce, yaptığım bir sakarlık yüzünden olaya karışmış ve yaralanmıştı. Hemen ardından Reinhard tarafından yakalanmıştım, bu yüzden Rom-jii’nin güvende olup olmadığını kontrol edememiştim.
Ölümcül bir yara değildi ama soracak olsaydık onun bile kolayca cevap verip geçiştiremeyeceği bir şeydi.
Felt: “İşte bu yüzden ne olursa olsun geri dönmeliyim ama kaçmak için ne yapabilirim?..”
Düşüncelerimi bitirirken durakladım—— yürüdüğüm koridorun sonunda bir kapı vardı.
Felt: “Bu kapı… normalde kimse girmesin diye kilitli olurdu, değil mi?”
Kapının üzerinde büyük, pürüzlü bir çan vardı ve oraya girmemem konusunda uyarıldığımı net bir şekilde hatırlıyordum.
Şu anda üzerinde anahtar yoktu ama kapı kolunu çevirince kolayca açıldı.
Yakında kimsenin olmadığını doğrulamak için etrafımı kontrol ettim ve odaya giriverdim.
Serin bir yerdi ve ilk düşüncem loş bir oda olduğu yönündeydi.
Gündüz olmasına rağmen pencereler kalın perdelerle kapatılmış, içeriye güneş ışığı girmesi engellenmişti. Oldukça kasvetli olan bu odada merkezdeki yatağın dışında dikkat çeken hiçbir şey yoktu.
Yatağın yanında bir şamdan duruyordu ve zayıf ışığı bu odadaki tek aydınlatmayı sağlıyordu.
Felt: “Ne, ne kadar sıkıcı. Dürüst olmak gerekirse hep bir hazine ya da benzeri bir şey sakladıklarını düşünmüştüm ama——”
İlk başta odanın bir hayal kırıklığı olduğunu düşünsem de nutkumun tutulmasına sebep olan şeyi fark ettim. O kadar şok ediciydi ki kalbimin patlayacağını sandım.
…Yatakta uyuyan bir kadın uzanıyordu.
Beni ürküten şey orada bir kadının uyuyor olması değil de daha çok onun uyuyan birisi gibi nefes alıp vermiyor oluşuydu. Ondan böyle bir izlenim almıyordum.
Gözlerimle teyit ettikten sonra bile durumun böyle olmadığı anlaşılıyordu.
Felt: “Bu… ne böyle? O…”
Yaklaştıkça bile ondan yaşayan bir insanın varlığını hissedemiyordum.
Bunun onun bir ceset ya da bir oyuncak bebek olduğunu düşünebilirsiniz ama durum bu değildi. Yanakları ve dudakları kanının hâlâ aktığını gösteriyordu ve yakından baktığınızda nefes alıp verdiğinden göğsü yükselip alçalıyordu.
Hayatta olmasına rağmen yaşamına dair hiçbir iz yoktu.
Felt: “Anlayamıyorum. O kim ya? …Yoksa o şerefsiz Reinhard, başka kadınları da mı hapsediyor?”
Reinhard: “…Bu korkunç bir yanlış anlaşılma. Değerlendirmenizin çok beklenmedik olduğunu söylemeden edemeyeceğim.”
Felt: “Iyaaah!”
Arkamdan bir ses duymak aklımı başımdan aldı. Çığlık attım ve ellerimle yatağın diğer tarafına atladım.
Girişe baktım, orada Reinhard duruyordu.
Kapıya yaslanmış, alnına düşen saçlarını kenara iterken yüzünde nadir görülen sıkıntılı bir ifade vardı.

Reinhard: “Görünüşe göre biraz gevşeklik etmişim… Bir şeyi gözden kaçırmışım anlaşılan.”
Felt: “Bu hiç senlik değil. Bu arada onun kim olduğunu söylemeye ne dersin? Eğer sessiz kalırsan seni bir sürü kadını kaçıran bir suçlu olarak göreceğim.”
Reinhard: “O benim annem.”
Reinhard soruma hemen cevap verdi.
Cevabı sadece “Ne?” diye tepki vermeme neden oldu ve yataktaki kadına baktım.
Uzun, altın sarısı saçları vardı ve göz alıcı bir güzelliğe sahipti. En fazla yirmi yaşında görünüyordu. Reinhard onun ablası olduğunu söyleseydi inanırdım. Yalan söylemekte gerçekten berbattı.
Felt: “Benim gözümde sen insanları kaçıran ve bu konuda yalan söyleyen bir suçlusun…”
Reinhard: “Buna inanmakta zorlanmanızı kınamıyorum ama annem –Louanna Astrea- ‘Uyuyan Güzel’ hastalığından muzdarip ve uykusunda kaldığı sürece görünüşü değişmeden kalıyor. Tam on yedi yıl oldu.”
Felt: “On ye——!?”
‘On yedi yıl’ demesini duymak ağzımı bir karış açık bıraktı. Eğer bu doğruysa o zaman on dört yaşında olan benden bile önce uyuyordu. Yoo, bekle…
Felt: “Reinhard, sen kaç yaşındasın?”
Reinhard: “Bu yıl on dokuz olacağım… Annemle ilgili anılarım sadece iki yaşıma kadar.”
Annesinden bahsederken buruk bir gülümsemeyle omuz silkti.
Nedense onun bu gayet doğal tepkisi sinirime dokundu ve dudaklarımı büktüm.
Felt: “Hasta anneni malikânenin bir köşesine kilitleyip orada uyumaya terk ettin, öyle mi yani?”
Reinhard: “…Bu sözler oldukça incitici. Maalesef, bu hastalığın nedeni bilinmiyor. En azından bir tedavi keşfedilirse başkentteki ayrı bir konutta iyileşmesini sağlamak için harekete geçeceğiz.”
Felt: “…Böyle bir şeyi bu kadar duygusuzca söyleme.”
Bu, ne anlama geldiğini unutacak kadar çok kez söylediği bir şey olmalıydı. Ezbere bir cevap gibiydi ve bu beni daha da sinirlendirdi.
Felt: “Bu senin ailen hakkında bir konu! Hiçbir şey yapmadığın hâlde bi’ de bana gelmiş büyüklük taslıyorsun. Sinirimi bozuyorsun!”
Reinhard: “Ama gerçekler gerçek olarak kalır. Felt-sama sözlerinde haklıdır ama şimdilik bunu burada bırakmamız gerektiğine inanıyorum.”
Felt: “Hah, öyle mi!”
Bu geri zekâlıyla daha fazla konuşursam öfkeden çıldıracağımı hissettim.
Reinhard’ın annesi, o yüksek seslerden sonra bile gerçekten uyanmadı. Yüzü gözümün ucuyla hafızama kazınırken yataktan kalkıp odadan ayrıldım.
Reinhard: “Felt-sama.”
Ancak Reinhard kolumu tutup beni durdurdu.
Ona ısıracakmışım gibi bir yüzle baktım ama o umursamıyor gibiydi ve…
Reinhard: “Annemin durumu hakkında başka kimseye bir şey açıklamazsanız minnettar olurum. Ayrıca bu odaya bir daha asla girmemenizi istiyorum.”
Felt: “Sen!..”
Reinhard: “Ayrıca az önceki endişeleriniz için teşekkür ederim.”
Bir an için sözleriyle zihnim boşaldı. Ne demek istediğini anladığımda bu herifin ne kadar iğrenç olduğunu fark ettiğimde kan beynime sıçradı.
Neden kızdığımı ve beni neyin kızdırdığının arkasındaki sebebi biliyordu.
Felt: “Reinhard! Sen cidden iğrenç bir adamsın!”
Tutulan kolumu geri çekerek odadan fırladım.
Arkamdan Reinhard kapıyı kapatıp kilitledi ve yanımda yürümeye başladı. Yüzünde nahoş bir gülümseme olduğunu bilmek için bakmama gerek kalmayacak kadar sinirliydim.
Reinhard: “Bu arada Felt-sama, bu sabah kraliyet başkentinin muhafız karakoluna gittim.”
Felt: “…Ne.”
Reinhard: “Sizinle birlikte olan yaşlı adam hakkında. Görünüşe göre geçen günkü kargaşadan sonra, tedavisi sırasında muhafız karakolundan kaçmış. Ondan sonra nereye gittiğini bilmiyorum.”
Bunu duyunca istemeden durakladım.
Reinhard, ‘Çok üzgünüm.’ gibi bir şeyler söylüyordu ama onu dinlemiyordum.
Eğer Rom-jii muhafız karakolundan kaçtıysa bu demek oluyor ki…
Felt: “Şimdilik, iyi olduğunu söyleyebilirim…”
Reinhard: “Güvenliğini size bildirmeden önce söz konusu kişiyi güvence altına almayı tercih ederdim ama…”
Felt: “Ahh, gerek yok. Benim ailem senin kendini bu kadar dert etmen gereken bir şey değil. Hem senin gibi biri varoşlarda yaşamanın pisliğini anlayamaz.”
Reinhard’ın göğsünü dürttüm ve sonra sırıtarak mutlu bir şekilde yürümeye devam ettim. O da yanımda yürümeye devam ederken yüzünde biraz rahatlama belirdi.
Aniden yüzüyle ilgili bir şey aklıma geldi.
Felt: “Aslında şu annene gerçekten de benziyorsun, Reinhard.”
Reinhard: “…Gerçekten mi?”
Bunu söyler söylemez Reinhard’ın yüzünü mutluluk kapladı. Tepkisi beni biraz şaşırtsa da başımı sallayarak “E-Evet.” diye cevap verdim.
Felt: “Gözlerinin ve burnunun şekli tıpatıp aynı. Annen olmasa bile onun ailenden biri olduğuna inanıyorum.”
Reinhard: “Beni hâlâ genç kızları kaçıran ve hapseden bir suçlu olarak mı görüyorsunuz?”
Felt: “Birden fazla kaçırmayı bir kenara bırakırsak beni burada hapis tuttuğun gerçeği ortada!”
…Ama yakında, kesinlikle Rom-jii’nin yanına kaçacağım.
Bunu düşünerek sinir bozucu Reinhard’ın suratına tükürmekten vazgeçtim.
Koridorda yürürken kaçmak için bir sonraki planımı hazırlıyordum.
<Felt-chan Sahne Alıyor bölümünde devam edecek>
Qua adamdır