Bölümün ortalama okuma süresi 11 dakikadır. İyi okumalar dileriz.

※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※
Çevirmen: Baran
Redaktör: Bertiel
Destekçilerimiz: Donatus, Echi_dna, Akari, Nurullqhx, Atakan Soner, Misertus, shingokuz, Lewysi, Taha Kurt, Künefe, agaligim, Katlicia, Lavedos, God’s Clown, Feylix, Samte, Only Rusen, Saitama ama jojo referansı, Allen Walker, Kayra Poyraz, LReiN
Destek vermek isterseniz TIKLAYIN!
Discord’a gelmek isterseniz TIKLAYIN!
※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※
1
Roswaal Malikânesi’ne yeni bir hizmetkârın katılışının üzerinden üç gün geçmişti.
???: “…Ne yapıyorsun, Subaru-kun?”
Başını eğerek kapıyı açan Rem, mutfaktan yemek salonuna doğru bu soruyu yöneltti.
Vakit, öğle yemeğinden sonraydı. Yemeği yapmak Rem’in sorumluluğuydu ancak ardından ortalığı toparlamak da görevine dahildi. İşini bitirdikten sonra, yeni hizmetkârın yemek salonundaki temizlik işini nasıl yürüttüğüne bakmak için gelmişti.
????: “Ah, selam Rem. Temizlik işini dert etmene gerek yok, bitti bile. Şimdi biraz mola zamanı.”
Rem yemek salonuna girdiğinde, ona rahatça gülümseyen siyah saçlı bir çocuk tarafından karşılandı.
Saçları, krallıkta nadir görülen bir renk olan siyah renkteydi ve yüz hatları, olduğu yaştan daha genç görünmesini sağlayan tuhaf bir özelliğe sahipti. Gözlerinin rengi ve teninin tonu da nadirdi, nereden geldiği ise hâlâ bilinmiyordu.
Her şeye rağmen üzerine fazlasıyla dar gelen uşak üniformasının ona hiç yakışmadığı apaçık ortadaydı, işte Roswaal Malikânesi’nin yeni hizmetkârı Natsuki Subaru buydu.
Bir süreliğine sessiz kalan Rem, bakışlarını Subaru’ya dikerek onu yargılarcasına süzmeye başladı—— fakat Subaru, bundan habersizmiş gibi umursamaz ama bir o kadar da kendinden emin bir ifadeyle ayakta dikiliyordu. Subaru’nun yüzünde Ayaramaz bir çocuğun masumiyeti vardı, bu da Rem’in onun yaşı hakkında duyduğu şüpheleri kuvvetlendirdi.
Böylesine çocuksu bir ifadeye sahip biri, gerçekten o ve kız kardeşi gibi 17 yaşında olabilir miydi?
Rem: “Pekâlâ, sorun yok. Peki neden bu kadar iyi bir moddasın? Tabakları güzelce üst üste dizdiğin ve masa örtüsünü düzgünce serdiğin için mi?”
Subaru: “Olmaz öyle şey! Benim, böyle ufak bir işten sonra ‘Evet, başardım!’ diye havalı bir surat takınabilecek biri olduğumu mu düşünüyorsun!?”
Rem: “İlk günkü hâlini hatırlayınca bu düşüncenin çok da yanlış olduğunu düşünmüyorum.”
Subaru: “Ahh, bunu inkâr edemem… Ama sadece bekle. Ben büyük bir gelişim potansiyeline sahibim… Bir gün senin bile malikânedeki konumun konusunda tehdit oluşturabilecek asi bir gök taşı yükseliyor şu anda!…”
Rem: “Bu da ne böyle? Bir gün ne olacakmış? Lütfen daha açık konuş.”
Sinirle dişlerini sıkan Subaru’yu geride bırakan Rem, gözlerini Subaru’nun şimdiye kadar oyun oynadığı yer olan yemek salonuna çevirdi. Masa oldukça genişti. Öyle ki aynı anda on ya da daha fazla kişi için yemek yemek ve tartışmak üzere kullanılıyordu. Doğal olarak, az önceki öğle yemeği de burada yenmişti, masanın temizliği ise Subaru’nun sorumluluğundaydı fakat…
Rem: “…Bu, kaldırmayı unuttuğun bir fincan mı?”
Masanın üzerindeki bardağa bakarken hafifçe kaşını kaldıran Rem, eğer alışılmadık bir şey olsaydı her şeye rağmen temizlenmemiş bir şey veya Subaru’nun molasında kullanmak üzere aldığı bir bardak olarak algılayabilirdi. Fakat bu sefer durum farklıydı.
Rem bardağı işaret ettiğinde, Subaru’nun yüzünde kocaman bir “Demek fark ettin.” ifadesi belirdi.
Subaru: “Evet, aslında burada kahvenin varlığını fark ettiğimden beri denemek istediğim bir şeydi. Sütü hatırladığım kıvama getirmek gerçekten zorluydu ama bazen sadece denemek gerek.”
Subaru, neşeyle dans ederken iki elini de Rem’e doğru uzattı. Bir elinde Vollachia İmparatorluğu’ndan gelen çekirdeklerden yapılan “kahvi” adlı içecekle dolu bir fincan, diğer elinde ise bir süt kabı tutuyordu.
Ve Subaru’nun bu iki şeyle ne yaptığına gelince…
Rem: “Yani süt kullanarak kahvinin üstüne bir resim mi çizdin?”
Fincandaki siyah sıvının üzerine, beyaz bir desenle küçük bir kedi resmi çizilmişti.
Rem, onun bu şakacı tavırlarını hayretle ve hafif bir bıkkınlıkla karşıladı, istemsizce içini çekmekten de kendini alıkoyamadı.
2
Subaru: “Yani kahveyi… şey, kahviyi sıcak tutuyorsun ve sonrasında da asıl mesele, sütü altta kalacak şekilde deseni azar azar yapabilmek. Elbette farklı teknikler var ama önce, temel kısımdan başlayalım…”
Rem’in iç çekişinin hayran kaldığından olduğunu düşünen Subaru, neşeyle anlatmaya başladı ve Rem’in görebilmesi için dumanı tüten bir fincan kahvi daha koydu.
Buharı tüten kahvenin odaya yayılan kokusunu sessizce koklayan Rem, ilgisini yüzünden belli etmemeye çalışarak dikkatini Subaru’nun ellerine verdi.
Fincan yarıya kadar kahveyle dolduğunda, Subaru süt kabına geçti ve bardağın kalanını doldurmaya başladı. Köpüklü süt Rem için yeni bir şeydi ve gözlerini şaşkınlıktan kocaman açmadan edemedi.
Rem: “Bu süte ne yaptın?”
Subaru: “Bu mu? Gördüğün gibi epey zahmetli bir çalışmanın cabası. Aslında sütü buharlamak en ideali olurdu ama öyle bir ekipmanım yok, bu yüzden banyo odasındaki sihir kristallerini kullandım. Bolca deneme yanılma yapmış olsam da bir türlü tam istediğim gibi olmadı.”
Sütü köpürtmek öyle ısıtarak kolayca halledilebilecek bir şey değildi.
Sihir kullanamadığını düşündüğü Subaru’nun sihir kristalleriyle nasıl bir mücadele verdiğini oldukça merak ediyordu ancak Rem, kısa süre sonra kendi görev ve sorumluluklarının olduğunu hatırladı ve merakını bir kenara bıraktı.
Subaru’nun, fincanı ve kahviyi hemen kaldırmasını sağlamalıydı. Mola sırasında bile şakalaşırken dikkatli olmak gerekirdi. Gerekirdi ama yine de…
Subaru: “Sütün çok fazla yayılmaması için onu böyle içte tutuyorsun. Sonra süt yavaş yavaş bir katman halinde birikiyor, böylece kontrol edilemeyen kısmını bastırıp tekrar yapabiliyorsun…’’
Rem: “Ah…”
Subaru: “İşte, ilk adımın ilk adımı! Bir kalp tasarımı tamamlandı!”
Süt kabını kaldıran Subaru, arkasını döndü ve tamamlanmış eserini Rem’e sergiledi.
Ona yol verip alan açan Rem’in gözleri, sonucu görünce bir kez daha şaşkınlıkla açıldı.
Fincana çizilen beyaz desen, sayısız süt katmanından oluşan büyüleyici bir şeydi. Hiç düşünmeden dudaklarından hayranlık dolu bir iç çekiş döküldü.
Rem: “Harika…”
Subaru: “Ah, ah ah? Neydi o, neydi o, hadi dürüst ol. Övgülerinle beni boğmaktan çekinme! Harika değil mi!?”
Rem: “Bu, inanılmaz derecede amaçsız biri olmadan asla kazanamayacağın bir yetenek.”
Subaru: “Dünyadaki latte sanatçılarının tümüne bir özür borçlu olduğunu düşünmüyor musun?!”
Subaru kendini beğenmiş bir tavır takınmaya başlayınca Rem ona aniden iğneleyici bir iltifat savurdu.
Subaru’nun başarısını açıkça takdir etmek elbette söz konusu bile olamazdı ama bu becerinin yalnızca nadir rastlanan bir yetenek değil, aynı zamanda olağanüstü ustalık gerektiren bir zanaat olduğu gerçeğinden kaçış da yoktu. Daha ilk adım dediği desen bile bunu açıkça ortaya koyuyordu. O fincana ilk çizdiği yavru kedi resmi—— Emilia’yla birlikte gezen Büyük Ruh’un bir tasviri, acaba bu ne kadar zor olmuştu?
Rem: “Buna ‘Latte Sanatı’ mı deniyor?”
Subaru: “Aynen öyle. Latte bu içeceğin adı gibi bir şey ve onunla sanat yapıyorsun. Benim geldiğim yerde, bu birinci sınıf bir garson için olmazsa olmaz bir yetenektir.”
Rem: “Latte sanatı ve dikiş. Küçük becerilerde oldukça iyisin, Subaru-kun.”
Subaru: “Küçük beceriler dediğinde, sanki hayatımın vazgeçilmez bir parçası olmayan şeylermiş gibi geliyor! Ayrıca, sihir numaraları yapabiliyorum, gitar çalabiliyorum, beş taş oynayabiliyorum; top ve kap oyunları, yoyo ve daha birçok şeyi yapabiliyorum haberin olsun!”
Daha önce hiç duymadığı becerilerle karşılaşan Rem, bunların varlığından şüphe etti ancak latte sanatı örneği vardı. Belki de bunların hepsi, Rem’in hiç haberi olmayan küçük beceriler dünyasındandı.
Subaru: “Şöyle bir düşününce pratikte hiçbir işe yaramayan becerilerle ne yapmaya çalışıyorum ki ben?”
Rem: “Bütün bunlarla övünüyor ve sonra da aynı sebepten dolayı depresyona giriyorsun… Sıkıntıdan uzak bir hayat yaşamış olmalısın, Subaru-kun.”
Subaru: “Hayatımın amacı gerçekten de inzivada yaşamak ve terasta kedilerle oynamakken bu benim için şaşırtıcı bir değerlendirme.”
Subaru titredi. Onun böyle olduğunu gören Rem de sözlerinin doğruluğundan emin oldu.
Subaru büyük ihtimalle çok şanslı bir ortamda büyüyen biriydi.
Hizmetçi olarak yaptığı işte de durum buydu fakat Rem, onun genellikle zorlu işlerle tanışmadığını düşünüyordu. Bu yüzden elleri narindi, hayat için gerekli bazı bilgi ve sağduyu eksiklikleri vardı. Öte yandan latte sanatı gibi şeylerden keyif alabilmesi, konforlu bir hayat süren üst sınıfın boş zamanlarının nasıl geçtiğinin göstergesiydi.
Bu durum ne iyi ne de kötüydü. Doğduğu yeri seçememek herkes için aynıydı. İster fakir olsun ister zengin. Sonuç ne olursa olsun Subaru, işini öğrenmek için çaba gösteriyordu.
Yani, molasında böyle oynadığını görmezden gelirsek…
Subaru: “Pekâlâ bu acımasız ve zehirli dilin hakkında söylemek istediğim birkaç şey var Rem ama… tamam, işte.”
Rem: “……Hah?”
Rem, kendisine verilen süt kabını alırken istemeden hayret dolu bir ses çıkardı. Elindeki süte ve Subaru’ya şaşkın gözlerle bakıyordu. Subaru, bu durumu fark edip kafasını kaşıdı.
Subaru: “ ‘Ne demek hah?’ Buradan denemek için oldukça hevesli görünüyorsun. Bana numara yapma.”
Rem: “Hevesli görünüyorum diyorsun ama Rem asla böyle olmaz…”
Subaru: “Öyle bir ifadeyle baktın ki denemek istediğin her hâlinden belliydi. Utanma bundan. Sen de şirin bir kızsın Rem, bazen biraz oyun oynamakta ne zarar var ki?”
Rem geriye çekilirken dikkatini ondan çeken Subaru, bir fincan daha kahvi doldurdu. Sonra fincanı önüne koyup, “Al bakalım” der gibi bir ifadeyle Rem’e uzattı uzattı.
Rem: “Yani, Rem’in gerçekten denemek istediğini ima ettiğin için… Şey, hiç istemediğimi söylemek yalan olurdu; en azından birazcık, çok az, belki de birazcık olsun…”
Subaru: “Anladım, anladım. İstemediğin hâlde denemeni zorunlu kılıyorum. O zaman, bir kez olsun yap.
Rem: “…Pekâlâ böyle ısrar ediyorsan dayanmak mümkün değil. Dürüst olmak gerekirse Subaru-kun, ne kadar da zahmetlisin.”
Bu işe zorlanıp çaresiz kalan Rem, içinden gelen sevinci gizleyerek fincana yöneldi.
Subaru’nun az önceki sürecini hatırlayarak, öncelikle hafif eğik tutulan fincana süt dökülüp, iç kısmında bir katman oluşturarak desen çizildiği anlaşılıyordu. Gözlerini büyüterek izlediği Subaru’nun hareketlerini kendi hareketlerine uyarladı ve taklit etti… Siyah sıvının üzerindeki beyaz deseni kullanarak içtenlikle çizdi.
Rem, Subaru’ya döndü. O da ona bakıp kuvvetle başını salladı.
Subaru: “Sorun yok, acemi biri ilk denemesinde böyle hatalar yapabilir. Endişelenme!”
Rem: “Sonsuza kadar burada oyalanmayı bırak ve hemen işine dön Subaru-kun.”
Ortaya çıkan dağınık sanatı elinde tutan Rem, şimdiye kadarki en soğuk ses tonuyla bunu söyledi.
3
???: “…Rem, ne yapıyorsun?”
Arkasından gelen bu sesle şaşıran Rem’in küçük omuzları zıplayıverdi.
Arkasına, yemek salonunun girişine doğru baktığında, girişte keskin ve soluk kırmızı gözlü bir kız duruyordu—— ablası Ram.
Rem, sevgili ablasını görünce gözleri kısa bir an parladı ancak hemen ne yaptığını hatırlayıp ifadesi sertleştirdi. Aniden masadakileri saklamaya çalıştı ama…
Ram: “……Bu, Barusu’nun oynadığı şey değil mi?”
Her şeyde kendisinden daha iyi olan ablasını asla kandıramazdı ve Ram, Rem’in saklamaya yönelik beceriksiz girişimini hemen fark etti. Rem küçülürken Ram, Rem’in üzerinde çalıştığı sayısız fincana; başarısız latte sanatına baktı ve gözlerini kısarak onu süzdü.
…Rem’in Subaru’yu yemek salonundan çıkarıp temizlik yapacağını söylemesinin üzerinden neredeyse bir saat geçmişti.
Rem’in şu anki durumu, Ram gelene kadar (Rem geri dönmeyince işten usanmış olarak) zamanı önemsemeyip latte sanatıyla en iyisini yapmaya çalışmasıydı.
Hızlıca baktığında, zamanı gösteren sihir kristalinin renginin değiştiğini gördü ve molanın çoktan geçtiğini fark etti. Bu utanç vericiydi. Üstelik ablası da bunu öğrenmişti.
Rem: “Senin böyle şeylerle oynarken zamanın nasıl geçtiğini unutman nadir rastlanan bir durum, Rem.”
Rem: “Özür dilerim nee-sama. Hemen toparlayacağım. İşimi de hemencecik yetiştiririm. Keşke hiç böyle bir şey yapmasaydım…”
Ram: “Saçmalama Rem. Bu yüzden kızmıyorum. Sadece garip geldi.”
Rem geri çekilirken Ram’ın ifadesi ancak yakın birinin anlayabileceği şekilde yumuşadı.
Sonra boş bir fincana kahvi döktü, yanındaki sütü aldı ve nazikçe fincana dökmeye başladı.
Ram: “Rem’in en iyi yanlarından biri işi tüm gücüyle yapması ama bazen bir sonucu olmayacak olsa bile bir şeyi tüm gücünle yapmak iyidir. Kalbinde biraz ferahlık olmazsa hiçbir şey yolunda gitmez.”
Rem: “……Bunlar Roswaal-sama’nın sözleri mi?”
Ram: “Evet, Roswaal-sama’dan beklendiği gibi harika sözler. Ben de aynı şekilde hissediyorum.”
Efendisini düşünürken gözlerine hayranlık dolu bir ifade yerleşmişti. Ram, fincanın içine bakarken bakışları yumuşamıştı. Sütü dökmesi bittiğinde, ellerindeki fincanda ortaya çıkan şey…
Rem: “Bu… daha önce hiç görmediğim bir desen. Bir desen… hayır, bu bir harf mi?”
Ram: “Barusu’nun memleketinin harfleriyle ‘abla’ böyle yazılıyormuş gibi görünüyor. Akşamları ders çalışırken bakmam için ısrar etti, bu yüzden hiç istemesem de öğrendim.”
Bu harfi daha önce hiç görmemişti ama ustaca çizildiği belli oluyordu. Rem, ablasının yeteneğine hayranlıkla baktı ve utangaç bir şekilde gözlerini ona çevirdi.
Rem: “Sen de mi latte sanatı çalışmaları yapıyordun nee-sama?”
Ram: “Pek sayılmaz. Latte sanatı mı deniyormuş? Sadece az önce Barusu’nun yaptığını taklit etmiştim.”
Ram bunu sıradan bir şeymiş gibi dile getirince Rem bir anlığına nefesini tuttu. Kız kardeşinin tuhaf karşılamaması için o kısa tereddüdü hemen bastırıp yumuşak bir gülümseme takındı.
Rem: “Her zamanki gibi etkileyicisin Nee-sama. Subaru-kun kesinlikle kıskanacaktır.”
Ram: “Barusu’nun uzmanlık alanlarında onu böyle teker teker ezmek eğlenceli olabilir. Her neyse, şimdilik bu kadar yeterli. Ben buraları toplayıp sana yetişeceğim.”
Bunları söyleyen Ram, kahve ve süt kaplarını alıp temizlemek üzere mutfağa yöneldi. Onu izleyen Rem, masada sıralanmış kendi başarısız denemelerini; Ram’ın hiçbir alıştırma yapmadan ilk denemede yaptığı ‘abla’ yazısıyla karşılaştırdı ve hafifçe iç geçirdi.

Rem: “……Gerçekten etkileyicisin Nee-sama.”
Kendisi, tatmin edici tek bir şey bile ortaya koyamayan biri ama ablası bu eksikleri çok kolay ve ustaca kapatan kişi.
Aslında çoktan anlaması gereken bir şeydi ama onları böyle karşılaştırma fırsatı bulduğunda, ne kadar yol kat etmesi gerektiğini bir kez daha acı bir şekilde fark etti. Rem için bu, kendini sorgulama ve disipline olma konusunda sert bir uyarıydı.
Rem: “Peki, o zaman bunların hepsi temizlenmeli.”
Rem, sessizce kullanılan tüm fincanları bir tepsiye topladı.
Ve sonunda, Ram’ın yaptığı ‘abla’ yazılı sanat eserini topladı,
Rem: “Mm…acı.”
Sütteki desene zarar vermemeye özen göstererek yavaşça, soğumuş kahviyi diline değdirerek böyle söyledi.
Rem: “Önce, Subaru-kun’a çekirdeklerin nasıl öğütüleceğini öğretmem gerekecek.”
Subaru’ya kendi uzmanlık alanını öğretmeye karar vererek Ram’ın izinden mutfağa doğru ilerledi.
S O N

Tatlı bir hikaye rem in kendini bukadar saklması farklı hissettirdi