Bölümün ortalama okuma süresi 41 dakikadır. İyi okumalar dileriz.

※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※
Çevirmen: Qua
Redaktör: akari
Destekçiler: Donatus, Echi_dna, Akari, Nurullqhx, Atakan Soner, Misertus, shingokuz, Lewysi, Taha Kurt, Künefe, agaligim, Katlicia, Lavedos, God’s Clown, Feylix, Samte, Only Rusen, Saitama ama jojo referansı, Allen Walker, Kayra Poyraz, LReiN, Ebubekir, Hexa, Arda, Fatih, Drusus Carter, EcBur
Destek vermek isterseniz TIKLAYIN!
Discord’a gelmek isterseniz TIKLAYIN!
※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※
1
Colette, ince omuzları titreye titreye ellerini dondurucu soğukluktaki suya daldırdı.
Colette: “Uff, çok soğuk. Buz gibi…”
Uyuşan parmaklarını suyun içinde birbirine sürterken ağzından beyaz buharlar çıkıyordu. Parmaklarına yapışmış kir, yavaşça nehrin sularına karışırken parmak uçlarını yeniden hissetmeye başlamıştı.
Havaların iyice soğuduğu, yılın yine o zamanı gelmişti. Colette’nin memleketi zaten hiçbir zaman öyle sıcacık bir yer olmamıştı ancak bu duruma alışkın olması, Buz Mevsimi’nin ayazına bağışıklığı olduğu anlamına gelmiyordu. Daha da kötüsü, bu yıl hava önceki yıllara göre çok ama çok daha soğuktu.
Gerçi henüz 12 yaşında olduğu için “önceki yıllara göre” gibi bir laf etse yetişkinler muhtemelen bunun “ukalalık” olduğunu düşünüp gülerlerdi.
Colette: “İşte, tertemiz oldu. Ama hâlâ çok soğuk… Hemen ateşe gidip ısınmam lazım.”
Yıkadığı ellerini sudan çıkarıp yanı başındaki kütüğün üzerine bıraktığı bileziği kaptığı gibi bileğine geçirdi. İnce omuzları bir kez daha titrerken küçük kulübesine doğru döndü.
Böyle bir şeyin olacağını tahmin ettiğinden kulübenin önünde ateşi çoktan yakmıştı. Bu tür ev işlerine henüz alışkın olmadığı zamanlarda ateş yakmayı hep sonraya bırakırdı. Bu yüzden de soğuktan uyuşmuş parmaklarıyla ateşi bir türlü yakamaz ve ısınamazdı.
Yine de Colette, bu başarısızlıkları kanatlanıp büyümesine yardımcı olacak birer ders olarak kabul etmişti. Bir sonraki denemesinde muhtemelen yine başarısız olacaktı ama o başarısızlıkları da bir ders olarak kullanacaktı.
Yavaş ama istikrarlı bir şekilde adım adım ilerlemek. Colette’nin mottosu buydu.
Colette: “Buz Mevsimindeyiz diye acele etmeme gerek yok ama acele etmezsem olan bana olacak. O yüzden…”
Ateşin başında ısınmak için kulübesine doğru yürürken bir yandan da parmaklarıyla yaptıklarını sırayla sayıyordu. Ve o anda…
???: “——Oradaki küçük hanım… bir saniyen var mıydı?”
Colette’nin kulaklarında aniden bir ses yankılandı. Tam arkasına dönmek üzereydi ki adımlarını duraksattı.
Tanımadığı bir kız sesiydi. Doğup büyüdüğü köy pek büyük olmadığından köydeki herkes birbirini tanırdı. Biri konuştuğunda kim olduğunu hemen anlardı.
Sesin sahibini çıkaramadığı için Colette biraz, hatta epey şaşırmıştı. Çekine çekine az önce ellerini yıkadığı nehre doğru döndü.
Ne var ki o an, yabancı sese duyduğu şaşkınlıktan çok daha büyük bir sürprizle karşılaştı.
Colette: “…Ne?”
???: “Kusura bakma ama bir el atabilir misin?.. Soğuk su yüzünden vücut sıcaklığım o kadar düştü ki bilincim kaybolmak üzereymiş gibi hissediyorum. Ölebilirim sanırım.”
Colette’ye bunları söyleyen sesin sahibi, dondurucu soğukluktaki nehrin sularında sürükleniyordu.
Colette boğazından fırlamak üzere olan çığlığı bastırarak büyük bir telaşla nehirdeki kıza elini uzattı.
2
???: “Oh be, sana minnettarım. Beni orada bıraksaydın boğulurdum herhâlde. Ya da belki önce donarak mı ölürdüm? Her iki şekilde de ölmüş olacaktım. Donarak ölmenin, uykuya dalar gibi kolay bir ölüm şekli olduğunu söyleyenler varmış ama… bizzat nehre düşüp hipotermiyi tatmış biri olarak söyleyebilirim ki hiç de kolay bir şeye benzemiyordu.”
Colette: “Ş-Şey…”
Ateşin başında ısınırken dur durak bilmeden konuşan misafirine karşı Colette afallamıştı. Ama az önce yaşadığı olayın etkisinden çıkamamış olacak ki karşısındakinin yüzü bembeyazdı ve parmakları soğuktan tir tir titriyordu.
Belki de hem bedenen hem de zihnen köşeye sıkışmış, aklını yitirmişti.
Hâlâ gülümsemeye çalışan titrek kıza acıdı. Acısını biraz olsun dindirmek umuduyla ona taze kaynatılmış suyu nazikçe uzattı.
???: “Sıcak bir içecek mi? Gerçekten sana minnettarım. Hipotermiyle başa çıkarken yapılacak en önemli şey, vücut sıcaklığını normale döndürmektir. Bu açıdan vücudu içeriden ısıtmak mantıklı. Demek, pek de iyi bir eğitim alabileceğin bir ortamda doğmamana rağmen bu tür bilgilere sahip olman ne hoş.”
Colette: “Eğitimden falan pek anlamam ama üşüyen birine sıcak bir şeyler vermeyi sadece yetişkinler değil, çocuklar bile bilir; değil mi?”
???: “…Haklısın. Ukalalık eden bendim. O zaman içeceğini minnetle kabul ediyorum.”
Kız, aralanmış dudaklarını sıcak su bardağına götürdü götürmesine ama dudaklarının değemeyeceği kadar sıcak olduğu için az kalsın bardağı düşürüverecekti. Üfleyerek soğuttu ve bir şekilde içmeye başladı.
Colette: “…Ne tuhaf bir kız.”
Colette, farkında bile olmadan kendi kendine mırıldandı.
Kız, soğuk nehir tarafından buraya sürüklenmişti—— Sadece bu cümle bile kendi içinde tuhaf bir hava taşıyordu ama kızın başka birçok tuhaf yönü vardı.
Uzun pembe saçları vardı; erkekler için yapılmış bir palto giyiyordu ve onun kadar narin, onun kadar minyon bir kıza hiç de uygun görünmeyen ayakkabıları vardı. Yaşça Colette’ye yakın görünüyordu ve muhtemelen ondan biraz daha kısaydı. Ancak yüz hatları o kadar çekiciydi ki Colette gözlerini ondan alamıyordu. Yaşına uymayan bir güzelliğe sahipti.
Ve bu kızın görünüşündeki en dikkat çekici özelliği de…
???: “Bu kulaklar mı dikkatini çekti acaba?”
Colette, kızın kulaklarına -onun o belirgin, uzun kulaklarına- ilk kez baktığında bir şey fark etti.
Bu dünyada pek çok farklı türde Yarı-İnsan yaşardı ama aralarında sadece bir tür, uzun ve güzel kulaklarıyla meşhurdu.
Colette: “Sen elf misin?”
???: “Bu sorunun cevabı biraz karmaşık. Elbette, bu bedeni aldığım kızın damarlarında elf kanı akıyordu ama bu şekilde yeniden üretildiğinde aynı kanın akıp akmadığını söylemek zor. Daha derine inecek olursak bu aynı zamanda kişinin bedeni mi yoksa ruhu mu, hangisinin ana itici güç olduğu sorusu. Bu beden bir elf ama ruhum bariz bir şekilde değil…”
Colette: “Eee, şey?..”
???: “…Yine kötü alışkanlıklarım baş gösterdi, değil mi?”
Kız nihayet sorusunu cevapladı, gerçi Colette söylediklerinden pek bir şey anlamamıştı. Hâlâ etrafına bakınan kız, parmağıyla göğsünü sıvazladı ve bir nefes aldı.
Kızın göğsünde oldukça güzel görünen, mavi, pırıl pırıl bir taş asılıydı. Parmaklarının arasında tutarken kendi kendine “Anladım, anladım.” diye mırıldandı.
???: “Etrafta gerçekten gürültücü birkaç kız var da. Muhabbetin sorunsuz ilerlemesi için şimdilik bir Elf olduğumu kabul edelim.”
Colette: “…! O-O zaman, yoksa sen benden çok daha yaşlı mısın?”
???: “Kaç yaşındayım? Eğer bu bedeni kastediyorsan sanırım kabaca dört yüz yaşında olduğumu söyleyebilirim sanırım.”
Colette: “Dört yüz!..”
Elflerin göründüklerinden çok daha uzun yaşadıklarını duymuştu. Ama dört yüz yıl yine de akıl almaz, inanılmaz bir sayıydı. Çünkü, 400 yıl öncesi demek…
Colette: “O zamanlar, ‘Kıskançlık Cadısı’nın ortalığı kasıp kavurduğu zamanlardı…”
???: “…”
Ağzından o uğursuz “Cadı”nın adını kaçırdığı anda kızın yüzü bulutlanıverdi.
Yüzü, kelimenin tam anlamıyla bulutlandı diye tarif edilebilirdi. Colette, dikkatsizce dediklerinin onu incitip incitmediğini merak ederek derin bir pişmanlık duydu.
???: “Ah, sen yanlış bir şey yapmadın. Sadece aklıma bir şeyler takıldı da. Bu arada, daha kurtarıcımın adını bile duymadım.”
Colette: “…Ha, ben mi? Ben Colette, bu kulübede yaşıyorum.”
???: “Anlıyorum, aklımda tutacağım Colette. Benim adım… Omega. Şimdilik böyle bilmen yeterli.”
Colette: “Omega… chan?”
Omega: “İnsanların bana ‘chan’ demesine pek alışkın değilim. Kulağa biraz tatlı geliyor, değil mi?”
Colette’in hatasını yüzüne vurmadan, Omega—— sevimli ama bir o kadar da zeki bir gülümseme takındı. Ve o gülümsemesini bozmadan:
Omega: “Madem ‘tatlı’ konulardayız, yiyecek bir şeyin var mıydı? Görünüşe göre bir zamanlar uyuyan midem, sıcak suyunu içtikten sonra yeniden hayata döndü… Midem kazınıyor da.”
İsteklerini dile getirmekte iyi mi ya da kötü mü olduğu belirsiz bir tavırla konuşsa da Colette, Omega’nın bu isteğini seve seve kabul etti.
Neyse ki Colette’nin kulübesinde Omega’yı bulmadan hemen önce yakaladığı bir tavşan vardı, bu yüzden açlıktan kıvranan kız için onu hızla hazırlayıp pişirmeye başladı.
Omega: “Hımm Colette, bu kadar küçük bir kız olmana rağmen elin bıçağa ne kadar da yatkın; değil mi? Tavşanı hazırlarken ellerinde hiç tereddüt yoktu.”
Colette: “Annemle babam yok da o yüzden küçüklüğümden beri yetişkinlerin işlerine yardım ediyorum. Bu yüzden böyle yaban tavşanlarını yakalamakta oldukça iyiyimdir. Ah, Omega-chan, et yemeyi sever miydin?”
Omega: “Evet, hiç sorun değil. Yine de tavşan, tavşan ha…”
Colette: “…? Tavşanda bir sorun mu var?”
Omega: “Hiç, sadece son zamanlarda tavşanlarla tuhaf bir bağ kurdum da kaderin cilvesi diye düşündüm. Elbette, yemekte hiçbir sakınca görmüyorum. Sabırsızlıkla bekliyorum.”
Ondan bir beklentisi olduğu için Colette, hoş mu hoş bu eşsiz misafiri için yemeği güzelce pişirmeye karar verdi.
Aslında otlarla falan yavaş yavaş kızartmak istiyordu ama Omega’nın açlıktan yerde kıvranışına bakılırsa daha fazla bekleyecek hâli yok gibiydi.
Hızlı olması gerektiğini aklında tutarak üzerine biraz tuz ve karabiber serpip aceleyle ateşte kızarttı. Yemeğin kokusu, Omega’yı sendeleyerek de olsa yeniden ayağa kaldırdı.
Colette: “Al bakalım! Daha sıcaktır, o yüzden dikkatli ye; olur mu?”
Omega: “Amanın, bunu az önce sıcak suyu içerken zorlandığımı gördüğün için söylüyorsun; değil mi? Gerçi geldiğimden beri sana türlü türlü sakarlıklarımı sergiliyorum ama bir kez yaptığım hatayı tekrarlamam. Anlaşılan bu beden, sıcak şeylere orijinal bedenimden daha hassasmış.”
Dürüst olmak gerekirse Colette, artık onun ne dediğini zerre anlamıyordu. Yine de Omega kemiğiyle birlikte sunulan tavşan etini kabul etti. Uzun uzun üfledikten sonra zarifçe bir ısırık aldı.
Zarifçe bir ısırık almak. Garip bir ifade gibi geliyordu ama en azından Colette’nin gözleri durumu ancak böyle tarif edebiliyordu. Köyün en görkemli evinde yaşayan Palmira’nın bile bu kadar büyüleyici bir şekilde yemek yiyemeyeceğini düşündü.
Omega: “Az önce nehirde sürüklenmem de bunun gibiydi ama anlarsın ya, epey uzun bir süredir uykudaydım. Kendi ayaklarım üzerinde durup yürüdüğümden bu yana çok uzun zaman geçti.”
Colette: “Öyle mi? O yüzden mi yüzmeyi unuttun?”
Omega: “Yoo, yüzmeyi zaten oldum olası bilmem. Susuzluğumu gidermek için biraz su almaya çalışırken kayıp nehre düşüverdim. Bacaklarım hatırladığımdan daha kısaymış meğer…”
Kemiğindeki etten bir ısırık daha alırken bacağını sallayarak yüzme bilmediğini gururla ilan etti. Omega ile sohbeti, tüm zamanını sıkıntıdan patlayarak geçiren Colette için inanılmaz ferahlatıcıydı.
Anladığına göre Omega nereye gideceğini bilmediği yolculuğunun ortasındaydı. Açıkçası yaşı ve işleri halletme becerisi göz önüne alındığında tek başına seyahat etmesi kazaya davetiye çıkarmak değil miydi?
Colette tereddüt etse de ona bir teklifte bulundu.
Colette: “Şey, eğer istersen bir süre benim kulübemde kalmaz mısın? Havalar daha da soğuyacak o yüzden yolculuğun için düzgünce hazırlanmalısın bence.”
Omega: “Hımm, teklifin için teşekkür ederim ama benim için tüm bunlara katlanmanı kabul etsem bile karşılığında verebileceğim pek bir şeyim yok…”
Colette: “…O zaman bana bir hikâye anlat lütfen.”
Omega: “Hikâye mi?”
Colette teklifine olumlu bir yanıt almış ve böylece Omega’nın tereddüt etme sebebini ortadan kaldırmıştı.
O, 400 yıldan fazla yaşamış uzunca bir ömre sahip elfin tekiydi. ——Günümüzde yaşayan pek çok kişinin hakkında hiçbir şey bilmediği olaylara aşina bir varlıktı.
Colette: “Bana bilmediğim hikâyeler anlatırsan çok mutlu olurum… Mesela çok uzun zaman öncesinden, kimsenin bilmediği zamanlardan bir hikâye.”
Omega: “…”
Colette’nin bu isteği üzerine Omega bir gözünü kırpıp başını salladı.
Sonra…
Omega: “Gerçekten de insanlar hep öğrenmek ister, değil mi? O adam bu konuda da tuhaftı.”
Colette: “——?”
Omega: “Kusura bakma. Kendi kendime konuşuyordum. ——Olur. Zaten biriyle sohbet etmek en sevdiğim şeylerden biridir. Eğer senin için de uygunsa sanırım bir süreliğine sana zahmet vereceğim.”
Colette’nin teklifini kabul ettiğini gösteren küçük bir gülümseme, Omega’nın yüzünde belirivermişti.
3
Omega: “400 yıl önce dünya, insanlar için yaşanması zor bir yerdi. Hangi ülkede olursan ol, büyü yarı-insanlar ve ruhlara özgü bir şeydi. İnsanlar ateş yakmakta bile zorlanırdı.”
Bunları anlatırken Omega, parmağını şıklatarak kamp ateşinin alevlerini dans ettirdi.

Colette’in kulübesinde geçirdiği birkaç gün içinde bu çocuk görünümlü elf, Colette’nin dünya hakkında bildiği her şeyi birer birer yeniden yazmıştı.
En başta nehirde sürüklenen Omega, ona bir tehlike yumağı gibi görünmüştü. Ancak bu düşüncesi, birçok gündelik olayda bilgisini ve büyüsünü sergileme şeklinden sonra değişmişti.
Omega dikkatsiz ve dalgın bir kızdı. Yine de böyle bir mizaca sahipken seyahat etmeye devam edebilmesinin sebebi, bunu az çok mümkün kılacak “güce” sahip olmasıydı.
Ne kadar güçlü olduğu; ateş yaratma şekli olsun, suyu hemencecik kaynatmasından, rüzgârla odun kesmesinden ve yalnızca parmağını şıklatarak toprağı sürüşünden apaçık ortadaydı.
Omega: “Büyüye yatkınlık mı? Evet. Biraz pratikle herkesin bu tür şeyleri yapmasının mümkün olduğunu söylemek isterdim ama bu imkânsız. Büyü de bir sanattır, bu yüzden büyük ölçüde bireyin niteliklerine bağlıdır. Bildiğim kadarıyla benim yapabildiklerimi tarih boyunca sadece iki ya da üç kişi yapabilmiştir.”
Dünyada değil de tarihte. Bu ifadeyi kullanması, Colette’nin aklında Omega’nın ne kadar önemli biri olduğuna dair imgeler canlandırdı.
Ne övünüyor ne de abartarak şaka yapıyordu. Böyle söyleyen Omega’nın yüzüne dalan Colette, irkilerek kendine geldi.
Kibirle alakası olmaksızın dünyanın en önde gelen varlıklarından biri olduğunu gururla ifade eden Omega. Onun bu hâli, Colette’nin aklına bir kelime getirmişti.
Cesaretini toplayıp “o kelimeyi” yüksek sesle söylese Omega acaba nasıl tepki verirdi?
Omega: “…Söylemek istediğin bir şey varsa söyle gitsin.”
Sessizliğe bürünen Colette’ye bakan Omega, sakin bir ses tonuyla konuştu.
O berrak mavi gözlerin kendisini ele geçirdiğini hissederken Colette “o kelimeyi” yüksek sesle söyledi. Bunu duyan Omega, o ana kadarki en büyüleyici gülümsemesini takınarak:
Omega: “Ah, evet, aynen öyle. ——Ben çok fena bir cadıyım, biliyor musun?”
(Ç.N: Omega bu diyalogda “watashi” yerine “boku” zamirini kullanıyor. Hikâye boyunca bir tek burada kullanıyor.)
Cevabı buydu.
…Başka bir deyişle artık Colette’nin hayatı, kadim zamanları bilen bir “Cadı” ile yaşadığı bir hâl almıştı.
4
Omega: “Neden bana uymayan bir palto giyiyorum diye mi soruyorsun? Çünkü en başından beri benim değildi, onu başka birinden aldım.”
Colette az önce yıkadığı paltoyu kuruması için asarken Omega, onun sorusunu sakince yanıtladı.
Colette soru sormayı seviyordu ve Omega’yı sık sık burada kalması için sunduğu koşul olan “hikâyeler” için sıkıştırırdı. Omega ise konuşmayı sevdiği için onun bu dizginlenemez merakından hoşlanıyordu.
Omega: “Ne de olsa çoğu insan ben keyifle konuşurken ya beni duymamazlıktan gelir ya da zorla çenemi kapatmaya çalışır.”
Colette: “Gerçekten mi? Ama-amaa bu çok büyük bir kayıp! Omega-chan’ın hikâyeleri çok ilginç ve bilmediğim bir sürü şey öğrenmek harika.”
Omega: “Mhm, çok doğru söylüyorsun. Bilgi, kimsenin senden çalamayacağı bir hazinedir. Oysa mal mülk gibi şeyler… temel olarak daha fazlasına sahip olmak sana hayatta sadece daha fazla avantaj sağlar, o kadar.”
Bilgi olmadan dolambaçlı yollara sapmak zorunda kalınan pek çok durum vardır.
İnsanlar büyü kullanamadıkları zamanlarda ateş yakmak bile başlı başına bir mücadeleydi. Ancak bunu nasıl yapacaklarını öğrendiklerinde bu mücadele büyük ölçüde azalmıştı.
Omega: “Bilgi sayesinde ölmenin gereksiz olduğu durumlarda hayatını riske atmak zorunda kalmazsın. Tabii ki hazinenin boşa gitmemesi için bilgiyi nasıl kullanacağını bilmek de yetenek ister.”
Colette: “Yetenek…”
Omega: “Aynen öyle. Bilgin yoksa ya da bilgin olsa bile onu kullanacak yeteneğin yoksa elindekileri bir bir kaptırırsın. Tıpkı benim şu paltom gibi mesela.”
Kuruması için asılı duran paltosunu işaret etti ve Colette nehirde çamaşır yıkarken ona verdiği derse devam etti.
Çok fazla olmasa da Omega’nın eşyalarının çoğu asıl sahiplerinden ödünç alınmıştı. Gerçi şu an hiçbirini geri vermenin bir yolu yoktu çünkü hepsi çoktan ölmüştü.
Ama muhtemelen onlar da anlayışla karşılardı; zira bu, Omega’dan bir şeyler çalmaya çalıştıkları için aldıkları haklı bir cezaydı. Sonuçta bu dünya, büyük balığın küçük balığı yediği gibi güçlünün ayakta kaldığı bir yerdi.
Omega: “Daha doğrusu, ‘güçlü olan zayıfı yutar’ demek daha uygun sanırım. Ben ‘güçlünün ayakta kalması’ tabirini tercih ederim ama mümkün olan en doğru ifadeyi kullanmak da benim doğamda var…”
Colette: “Omega-chan, sen de çok şey yaşamışsın. Çok uzun yaşadığın için mi acaba?”
Omega: “Çok uzun yaşadığım için öğrenme fırsatlarımın kat kat arttığı doğru. Ama yaşadıkça bilmem gereken şeyler de artmaya devam ediyor. Bilgiye olan susuzluğum tükenmediği sürece ölmeyi isteyeceğim günün geleceğini sanmıyorum. Bu açıdan hayatın tadını sonuna kadar çıkarabildiğimi hissediyorum.”
Colette: “Eee, öyle mi?”
Colette onun ne dediğini anlamak için elinden geleni yapıyordu ama bu konu onun için belli ki zordu.
Kafasından dumanlar çıkacak gibi görünen kıza göz kırpan Omega, gerindi ve çamaşır yıkamaya devam ederken gözlerini Colette’ye çevirdi.
Omega: “Colette, o bileziğin…”
Colette: “…Ah, bu mu? Çamaşır yıkarken nehirden ıslanabilir, değil mi? Eğer suya kapılıp giderse ya da paslanırsa kötü olur diye çıkarıyorum.”
Omega: “…Hımm?”
Gümüş bileziğini sessizce nehir kenarındaki bir ağaç kütüğünün üzerine koymuştu. Bilezik, içi ve dışı geometrik desenlerle işlenmiş küçük bir sanat eseri gibiydi. Ormanda yaşayan küçük bir kızın takmayı hak etmeyeceği kadar değerli bir havası vardı.
Omega: “Belli ki bir geçmişi olan bir şeye benziyor, bunu nereden buldun?”
Colette: “Bunu mu? Bu, babacığım ve anneciğimden bir yadigâr. Öldüklerinde bana bıraktıkları tek şey bu… O yüzden her zaman yanımda taşırım.”
Omega: “Ailenden yadigâr, ha. Anladım.”
Colette: “İkisi de köyün dışında işler yaparlardı. Bu bileziği de dışarıdan getirmişlerdi. Ben küçük olduğum için onlarla gidemezdim, o yüzden beni annemin kız kardeşinin… teyzemin evine bırakırlardı. Orada bir sürü şey öğrendim.”
Muhtemelen yemek pişirme, çamaşır yıkama ve avlanma gibi hayata dair becerileri orada öğrendiğini kastediyordu.
Ailesinin ölümünün travması da muhtemelen içinde hâlâ iyileşmekte olan bir yara kabuğu gibiydi. Kimse onu kasten soymaya çalışmadığı sürece yaralar yavaş yavaş iyileşecek ve bir gün artık onlardan acı duymaz olacaktı.
İnsanların yaşadığı zamanın akışı buydu—— Ve bu, Omega’nın hoşuna gidiyordu.
Omega: “Colette, çamaşır işinin bitmesine daha vakit var gibi görünüyor. Kısa bir yürüyüşe çıksam sorun olmaz, değil mi? Düşünüyorum da son zamanlarda senin evinle nehir arasında gidip gelmekten başka bir şey yapmadım.”
Colette: “Seni nehirden kulübeme sürükleyen bendim ama…”
Colette, teklifini duyunca mahcup bir ifade takındı. Omega, onun tereddütüne karşılık başını eğdi. Sadece bir yürüyüş için onay istemesine bu tepkiyi vermesi oldukça tuhaftı.
Omega: “Bir sorun mu var?”
Colette: “Hayır, hayır, ne sorunu. Sadece… Doğru ya. Bence ormanın doğu tarafına pek gitmesen iyi olur. Şey… Orada bir cadı canavarının yaşadığını söylüyorlar, köylüler de o tarafa pek yaklaşmıyor.”
Omega: “Anlıyorum. Ormanın doğu tarafı, ha. Uyardığın için teşekkür ederim.”
Omega, Colette’yi nehir kenarında çamaşır yıkamaya devam etmesi için bırakırken o da kendisini uğurladı ve gezintisine çıktı. Colette gözden kaybolunca olduğu yerde iyice gerindi.
Omega: “Pekâlâ, doğuda bir cadı canavarı varmış demek.”
Orada tehlikeli bir cadı canavarının ortaya çıkmasının hem Colette hem de köylüler için hayati bir sorun olacağını rahatlıkla söyleyebilirdi.
Cadı canavarları; çoğu insanın hayatı için saf, katıksız birer tehditti. Binbir çeşit türlü vardı ve tehlike seviyeleri de değişiyordu ancak türü ne olursa olsun, sıradan bir insan için şüphesiz tehlikeliydiler.
Bunu düşünürken Omega’nın ayakları yavaşça ormanın “doğu tarafına” doğru yol aldı.
Omega: “…”
Elbette Omega, Colette’nin uyarı sözlerini sebepsiz yere görmezden gelmeye çalışmıyordu.
Belki şaşırtıcıydı ama bu uyarı, Omega’nın Colette’nin nezaketine karşı beklenmedik bir minnettarlık duymasını sağlamıştı. Onun gibi cesur bir kız, bir cadı canavarından korkuyorsa Omega da onu ortadan kaldırmaktan çekinmezdi.
Ancak…
Omega: “…Hmm.”
Omega, ormanın doğu tarafında küçük bir açıklığa çıktı. Pembe saçlarını nazikçe okşarken önündeki manzaraya gözlerini kıstı.
——Önünde hafifçe donmuş bir zemin ve üzerinde dağınık taş yığınları vardı. Orada kabaca otuzdan fazla taş yığını olmalıydı.
Bir iki tane olsaydı, çocukların oyun olsun diye yaptığı düşünülebilirdi ama aynı yerde bu kadar çok sayıda olunca birden derin bir anlam kazanıyordu.
Dikkatlice üst üste yığılmış bu kadar çok taş yığını olduğu düşünülürse amaçları açıktı.
Burası…
???: “…Kim var orada?”
Arkasından gelen sese Omega hiç şaşırmadı.
Ayak seslerinden ve kokusundan birinin yaklaştığını hissedebilmişti. Beklemediği şey, karşısındakinin ona seslenmesiydi. Hiçbir diyalog kurma zahmetine girmeden ona saldıracağından emindi.
Omega: “Öncelikle, sana karşı hiçbir düşmanlığım yok. Buraya adım atmam, evet, kasıtlıydı ama kötü bir niyetimin olmadığını belirtmek isterim. Aa, yanımda silah falan da taşımıyorum; o yüzden şimdi yavaşça arkamı döneceğim ama sakin olursun, değil mi?”
???: “…O, vır vır eden çeneni kapatırsan dönebilirsin.”
Omega, düşman olmadığını göstermek için ellerini kaldırdı ve sonra ağzını da kapattı ki karşısındakine tam olarak dediklerini yaptığını göstersin. Ardından olduğu yerde yavaşça arkasını döndü.
???: “…Yabancı bir yüz.”
Uzun boylu bir kız, bunu söylerken Omega’ya tepeden baktı.
Siyah elbiseler giyiyordu, uzun siyah saçları vardı ve oldukça güzeldi. Ancak sanpaku gözleri inanılmaz derecede keskindi ve ona son derece sert bir ifade veriyordu.
Omega: “Hımm.”
İlk izlenimlerini sindirmeyi bitirdikten hemen sonra karşısındaki kızın da yaşının pek büyük olmadığını fark etti. En fazla on beş yaşındaydı, bu yüzden Colette ile arasında pek bir yaş farkı yok gibiydi. Aralarındaki tek fark, çevresine yaydığı hava ve boyuydu.
???: “Bu ne biçim bir tepki? Ne sinir bozucu bir kızsın.”
Omega: “Daha yeni tanıştığın küçük bir kıza bu kadar ters davranan sen değil misin? Ayrıca…”
???: “Ne var?”
Omega: “Yok bi’ şey, sadece öyle bir şeyi yanında taşıman epey şok edici geldi de.”
Arkasına yaklaştığında hissettiği belirtilerden -çoğunlukla da kokusundan- anlamıştı, o kötü bakışlı kızın kollarında tuttuğu şey gerçekten şok ediciydi.
Beyaz bir beze sarılmış bir hayvan ölüsüydü.
Aslında düzgün bir şekli olduğunu tahmin ediyordu ama asıl halinden eser kalmamıştı.
Omega: “Buna avcılık demek için fazla vahşi bir yöntem. Bu şekilde hem et hem de deri zarar görür. Eğer kürk ya da yiyecek için avlıyorsan yöntemin çok kötü. Gerçi…”
Omega önce sözlerini yarıda kesti ve sonra kızın tepkisini incelerken devam etti.
Omega: “Eğer amacın sadece öldürmekse benim söyleyecek bir şeyim yok.”
???: “——. Bilmiş bilmiş konuşma.”
Surat asarak kestirip atan kız, Omega’nın yanından geçip ölüyü -muhtemelen bir zamanlar tavşan olması gereken şeyi- yere bıraktı ve yanında getirdiği bir Habou ile çukur kazmaya başladı.
(Ç.N: Habou, kelimenin tam anlamıyla “kazma sopası”, kök bitkileri çıkarmak ve çeşitli tahılların tohumları için çukurlar kazmak için kullanılan bir aletti. Basitçe ilkel bir kürek.)
Ölüyü gömüp üzerini toprakla örttü ve üstüne taşlar yığdı. ——Bu hareketi gören Omega, ilk izleniminin doğru olduğuna emin oldu.
Burası gerçekten de bir mezarlıktı. Yığılmış taşların altında az önceki eski tavşan gibi sayısız hayvanın cesedi gömülüydü ve onlar için bir anma yapılıyordu.
Omega: “Benim de mezarlarla ne kadar çok işim oluyor, hayret.”
???: “…Sen kimsin? Nereden geldin?”
Gömme işini bitirip ayağa kalkan kız, Omega’ya bunu sordu.
Kanlı ellerini saklamadan duruşu o kadar etkileyiciydi ki Omega’ya, eğer cevabında bir hata yaparsa onlarla birlikte bu mezarlığa gömülecekmiş gibi geldi.
Omega dostane ilişkilerden yanaydı, bu yüzden kendini tanıttı. Gerçi bunun sebebi özellikle yukarıda belirtilen neden değildi.
Omega: “Ben Omega, Bir nevi gezgin bir serseriyim. Nehir yoluyla inerken tesadüfen bu civara uğradım. Çok kalmayacağım, o yüzden umarım bana kötü davranmazsın.”
???: “Gezgin, ha. Senin yaşında… Yoo, o kulakların… elf misin?”
Omega’nın kendine has kulaklarını fark eden kız, bariz bir şekilde tiksinmiş bir ifade takındı. Bu çağda Elflere karşı yoğun bir ayrımcılık olması normaldi ama bu tepki genel kanıdan farklı görünüyordu. Onun Elflerden nefret etmesinin altında yatan başka bir sebep vardı—— ancak bunu sormaya fırsat bulamadan kız hâlâ kanlı olan elleriyle geldiği yoldan geri dönmeye başladı.
Omega: “Fazla bilmişlik taslamak istemem ama ellerini yıkamak istersen nehir şu tarafta.”
???: “…Çok kalmayacağını söylemiştin, değil mi? Kötü bir şey söylemiyorum ama bir an önce buradan defolup git.”
Omega: “Konuşmamız bir yere varmayacak gibi. Ben mi beceriksizim acaba?”
Laf atmalarına aldırmayan kız, durmadan nehrin tersi yöne doğru yürümeye devam etti. Ve sırtı gözden kaybolmadan hemen önce…
???: “Yoksa, yakında sen de o ‘Canavar’ tarafından paramparça edilirsin.”
Omega’nın görüş alanından kaybolmadan önce geride sadece bu sözleri bıraktı kız.
Omega: “——’Canavar’ demek, ha.”
5
Omega: “İşte böyle şeyler söyledi. Peki Colette, senin bir fikrin var mı?”
Kamp ateşinin başında akşam yemeği yerken Omega, ormanın doğusunda olanları Colette’ye anlatıyordu. Bir yandan bunu dinlerken diğer yandan da sebze çorbasını içen Colette yanaklarını şişirdi.
Colette: “Ormanın doğusuna gitme demiştim ama…”
Omega: “Ha? Aa, evet, doğru. Ama cadı canavarından dolayı başınız dertteyse yardım edebilirim diye düşündüm. Ben çoğu cadı canavarını alt edebilirim. Gerçi karşılaştığım cadı canavarı değil de en az onun kadar kötü bakışlı bir kızdı.”
Colette: “…Sanırım Palmira’yı diyorsun.”
Sadece kötü bakışlarıyla hemencecik tanınması, söz konusu kişi için bir onur muydu acaba? Omega’nın tanıdığı, aynı korkunç bakışlara sahip o genç adam olsa kesinlikle bağıra çağıra şikâyet eder ve bunun rezalet olduğunu söylerdi.
Omega: “Onun da kendine göre bir sevimliliği var bence ama… neyse, başkasının ne hissettiğini asla tam olarak bilemeyiz sonuçta, yapacak bir şey yok.”
Colette: “Peki, şey, Palmira ile ne konuştunuz?”
Omega: “Pek bir şey konuşmadık ama… evet. Canını seviyorsan çok kalmadan bu ormandan defolup git dedi sanırım.”
Colette: “——hık! Bu çok…!”
Colette bir anda ayağa fırlayarak sesini yükseltti. O hareketle dizlerinin üzerindeki kâse yana yattı ve çorba yere döküldü.
Omega: “Colette, kaynar değil miydi o? Hemen suyla soğutsak iyi olur…”
Colette: “Bu… Bu çok bencilce! Palmira neden böyle bir şey söyler ki?..”
Hızlı hızlı konuşurken Colette, titreyen gözlerini Omega’ya çevirdi.
Colette: “Söylesene, Omega-chan. Bir yere gitmeyeceksin, değil mi?”
Colette, kucağına dökülen çorbanın ne kadar sıcak olduğuna aldırış bile etmeden bunu sordu.
O kızın—— Palmira’nın sözlerine kulak asma, benimle kal der gibiydi. Ancak Omega, bu dileği yerine getiremezdi.
Omega: “Düşünmen bile beni mutlu etti ama en başından beri çok kalmayı düşünmüyordum. Bu birkaç günde vücudum epey toparlandı. En azından bir iyilik olarak şu ormandaki cadı canavarını ya da her neyse onu halletmek isterim ama…”
Colette: “…”
Omega: “Colette?”
Omega, ondan ne olumlu ne de olumsuz bir yanıt alamayınca kaşlarını çattı. Sonra, adını seslendikten sonra Colette kısa bir iç çekti ve “Ah” dedi.
Colette: “Do-Doğru ya. Evet, bu çok normal. Zaten Omega-chan sadece küçük bir mola vermişti, tekrar yola çıkması çok normal. Çok normal.”
Bu sözleri Omega’dan çok kendine söylüyor gibiydi. Sonra Colette, elindeki tabağını alıp daha bitirmemiş olmasına rağmen kaldırdı.
Colette’nin bu tuhaf hâline Omega bir şey diyemedi. Yine de kendi yemeğini bitirdikten sonra Colette ona dönüp gülümsedi…
Colette: “Sorun yok, Omega-chan. Yalnızım ama hiç yalnız hissetmiyorum. O yüzden…”
Omega: “ ‘Yola çıkmaktan çekinme’ mi? Zaten niyetim oydu ama…”
Colette: “Evet, öyle yapıver. İyi olur. Kesinlikle en iyisi bu.”
Bunu söyleyip Colette, Omega’ya arkasını döndü. O küçük sırtı hüzünlü görünüyordu ama ne diyebilirdi ki?
Omega sessizliğini korudu.
Acımasız, merhametsiz bir sessizliği…
6
Omega: “…”
O gece Omega yatağında yavaşça gözlerini açtı.
Dürüst olmak gerekirse uyanmakta pek iyi sayılmazdı. Bunun vücuduyla değil, daha çok ruhuyla ilgili bir sorun olduğunu düşünüyordu. Geriye dönüp baktığında kendi bedeni varken bile uyanmakta hiçbir zaman iyi olmamıştı.
Farkında değildi ama belki de “düşük tansiyon” dedikleri şey yüzündendi.
Ruhunun kabını değiştirmenin bile tansiyon sorunlarını bir nebze çözmemesi ne kadar tuhaftı. Ama şimdi ruhlar ve tansiyon arasındaki ilişkiyi düşünecek zaman değildi.
Omega: “…Yok.”
Yere serilmiş bir battaniyeden ibaret olan kaba yatağının baş ucuna koyduğu o mavi parlayan piroksen taşı hiçbir yerde yoktu. Normalde Omega onu bir iple boynuna asardı ama uyurken çıkarırdı. Bu gece de uyumadan önce öyle yaptığını hatırlıyordu.
Omega: “Colette?”
Zifiri karanlık kulübenin içinde Omega’nın kaldırdığı parmağının ucunda bir ateş yandı. Yanındaki yatakta Colette’den bir iz yoktu ve duvarda asılı olması gereken onun paltosu da ortada yoktu.
Kaybolan Colette ve Omega’nın parlayan taşı. Aradaki bağlantıyı kurmak zor değildi.
Omega: “Yoksa… Yoo, parası için yaptığını sanmıyorum ama…”
Uykulu gözlerini ovuşturan Omega aceleyle paltosunu giyip kulübeden dışarı çıktı.
Gecenin orman havası ayazdı ve ağzından çıkan her beyaz buhar, bacaklarındaki gücü emiyordu. Ama piroksen taşını öylece bırakıp yatağa geri dönme seçeneği yoktu. ——Onu bırakamazdı. Bu dünyadaki en önemli şeylerden biriydi.
Omega: “…”
Yürümeye başladığı anda, Omega’nın kulak zarlarını titreten bir ses—— bir uluma duyuldu.
Uluma, ormanın derinliklerinden gelmişti. Keskin, soğuk gece göğünün ötesine ulaşıyor gibiydi. Omega onu duyar duymaz, aklında “Canavar” kelimesi parladı.
Omega: “Cadı canavarı değil, ‘Canavar’; ha.”
Palmira’nın bıraktığı sözleri hatırlayan Omega, bir adım daha attı. Gideceği yön belliydi. ——Ormanın doğusu.
Omega: “…”
Gündüz de geldiği o açıklığa -mezarlığa- adımını atan Omega gözlerini kıstı.
Burnuna gelen kan kokusu, gündüz kokladığıyla kıyaslanamayacak kadar yoğundu. Olması gereken de buydu çünkü mezarlığa taze kan ve et parçaları saçılmıştı.
Omega: “Hımm.”
Kırmızıya boyanmış mezarlığa bakan Omega, hafifçe çenesini eğdi.
Etrafa saçılmış et parçaları, bu ormandaki hayvanlara aitti. İlk bakışta korkunç bir manzara gibi görünse de insana ait bir ceset görünmüyordu. Bu, “Canavar”ın vicdanının bir göstergesi olabilir miydi?
Omega: “Ya da ilk hedefini çoktan belirlediğini söyleyebiliriz.”
Etrafa göz atan Omega, cesetleri ve mezarlığı yavaşça inceledi. Kalın bulutlar ay ışığını kesmiş, yeryüzü ölümcül bir karanlığa bürünmüştü.
——İşte o karanlığı, Omega’nın yarattığı sayısız alev topu acımasızca yardı.
Alev topları kelimenin tam anlamıyla birer meşale olup etrafı, kanlı durumu daha da gözler önüne serdi. Ve bu, ışığı sevmeyen karanlığın sakinleri için hakaretten başka bir şey değildi.
???: “──ϡ ϡ!!”
Karanlığın perdesinin ardından hiddetle kükreyen “Canavar” ileri fırladı.
Rüzgâr gibi bir hızla yaklaşan “Canavar” muazzam bir güçle Omega’ya pençesini savurdu. O darbenin sonucunda, etrafa saçılmış diğer kan ve et parçaları gibi olacağı kesindi.
Ama Omega, bu saldırıyı çevikçe savuşturacak güce sahip değildi. Fiziksel yetenekleri -tıpkı göründüğü gibi- bir çocuk kadar narin ve kırılgandı.
İncecik bedenine rağmen dev kayaları bile yumruklayıp parçalayabilen o sıra dışı yarı-elf’ten çok farklıydı.
Omega: “Aman aman, bu bana sevmediğim birini hatırlattı.”
Pençe boynunu parçalamadan önceki o kısacık anda Omega aklına gelen anıya yüzünü buruşturdu.
Gerçek düşünce hızı, bedenin hareket hızından çok çok daha fazladır. Ölümün eşiğinde görülen hayat filminin; ölüm tehlikesiyle karşılaşan beynin, anıları arasından bu krizden çıkış yolu arama eylemi olduğunu belirten bazı teoriler vardı.
Düşüncelerinin hızı işte bu kadar eziciydi. “Canavar”ın pençeleri, o saçma sapan düşünce molasını bitirdiğinde bile hâlâ Omega’ya ulaşmamıştı.
——Ve sonra topraktan koruyucu bir duvar, düşmanının saldırısının önüne kolayca geçti.
Omega: “Dona.”
Aslında büyüyü söylemesine gerek yoktu. Hatta toprak duvar, dudaklarının hareketinden çok daha hızlı yükseldi. Yine de olan biteni kelimelere dökmeyi sevdiği için yine de onu söyleme zahmetine girmişti.
Omega: “…”
“Canavar”, yükselen toprak duvar tarafından alttan fırlatıldı ve gece gökyüzüne savruldu. Küçük gölgesi döne döne yükseldi ancak hızla yakındaki bir ağaç dalına tekme atarak dönmesini durdurdu ve yeryüzüne geri düştü. Düşüşten başını ve sırtını ustaca koruyarak dört uzvu üzerine yere indi. Fena değildi.
Ancak…
Omega: “Daha demin, tam da o toprağı kullanarak sana vurmadım mı?”
Sadece geçici bir karşı önlemle onun saldırısını alt etmesinin imkânı yoktu.
Yere inen “Canavar” bir sonraki hamlesini yapamadan saldırı başladı. Zemin yeniden kımıldadı ve bu sefer “Canavar”ın kollarını ve bacaklarını içine çekerek onu hapsetti.
‘Canavar’: “──ϡ ϡ!?”
Kolları ve bacakları dizlerine ve dirseklerine kadar yutulmuşken gücünü kullanabileceği hiçbir yeri kalmamıştı. Hareket edemeyen, çırpınan zavallı “Canavar”ın açıkta kalan karnına doğru topraktan bir kazık acımasızca çarptı.
‘Canavar’: “──ϡ ϡ”
Omega: “Etrafındaki her şeyi bir uzvun gibi kullanmak, bir büyücünün ustalığını gösterir. Rüzgâr da toprak da su da ateş de her şey benim kontrolümde. ——İşte bu, dünyayı karşına almak demektir.”
Omega, acımasız darbesini indirirken bu sözleri gerçek bir duygu olmaksızın mırıldandı. Karnına darbe alan “Canavar” ise, acı dolu iniltisini—— yutarak, dişlerini gösterip başını kaldırdı.
‘Canavar’: “──ϡ ϡ”
Omega: “Hımm. Hâlâ enerjin var gibi. Bir iki kez daha yapmalı mıyım acaba?”
Hâlâ kükreyen “Canavar” a bakarak bir gözünü kapatan Omega, avucunu ona doğru çevirdi.
Toprak kazığı bağırsaklarına çarpmıştı, gerçi ona nazik davranmak için ucunu fırlatmadan önce yuvarlamıştı. Ancak belki de keskin bir tane fırlatmak onun için daha kolay olurdu. Şimdilik, hareketini kısıtlamak için kan dökmesi gerekiyorsa öyle de yapabilirdi…
???: “…Artık dur!”
Avucunu ileri uzatıp tekrar saldırmaya hazırlanan Omega olduğu yerde durduruldu.
Soğuk, mavi gözlerine yansıyan; toprağa saplanmış çırpınan “Canavar” ve o “Canavar”ı arkasına alıp ona siper olan kız—— Palmira’ydı.
Yuvarlak gözlerinde iri gözyaşları birikirken Omega’ya dik dik bakıyordu.
Omega: “Ne yapıyorsun sen?”
Palmira: “Lütfen, artık dur! Daha fazlasına gerek yok, değil mi?!”
Omega: “Senin görmeye dayanamaman senin sorunun ama bunu böyle bırakmak daha sorumsuzca geliyor. Zaten sen de ondan şikâyetçi değil miydin? “Canavar”dan nefret etmiyor muydun.”
Palmira: “Hayır! Ben “Canavar”ı öldürmeni falan istemiyorum!”
Diyerek öfkeyle Omega’nın sözlerini bastıran Palmira, gözyaşları içinde arkasını döndü. Ve kolları bacakları toprağa hapsolmuş “Canavar”a sarılarak——
Palmira: “Ben, Colette’nin bir ‘Cadı’ olmasını istemedim. Onu kurtarmak istedim!”
“Canavar”ı—— daha doğrusu, Colette’yi kucaklamaya devam ederken çaresizce bağırdı.
7
… Gariplikler, en başından beri kendini belli ediyordu.
Mesela Colette’nin yaşama şekli. Neden sadece 12-13 yaşlarındaki bir kız; köyün hemen yanındaki ormanda, derme çatma bir kulübede tek başına yaşıyordu ki? Ailesinin vefat ettiğini söylemişti ama tek başına yaşaması için hâlâ çok küçüktü.
Hele ki memleketi hemen yanı başındayken köylülerin ona sahip çıkması gereken bir yaştaydı. Böyle bir yardımlaşma ruhu olmadan toplumsal yaşam mümkün olmazdı.
Eğer ona yardım etmiyorlarsa bu demek oluyordu ki…
Omega: “Küçük bir kızın ormanda derme çatma bir kulübede tek başına yaşaması, Colette’nin köylüler tarafından dışlandığının bir kanıtı. Büyüklerden yardım alamıyorsa tek başına hayatta kalmaktan başka çaresi yoktu. Gerçi, epey de dirençliymiş.”
Yemek pişirme ve avlanma becerilerini ailesi hayattayken öğrenmişti. Köylülerden hiç sevgi görmemesine rağmen ailesinden aldığı sevgi onu hayatta tutmuştu.
Ancak, dışlanmış ve köy tarafından reddedilmiş bir kızın yalnızlığı, başka bir sorunu beraberinde getirmişti.
İşte o sorun, Palmira’nın haykırdığı sorundu…
Omega: “Cadı ha… Kaderin cilvesi işte.”
Colette’nin yaşam koşulları, Palmira’nın bahsettiği “Canavar”ın varlığı ve çırpınan Colette’yi kucaklarken haykırdığı “Cadı” kelimesi.
Dağılmış parçalardan bu karlı ormanı çevreleyen büyük resim ortaya çıkıyordu.
Kaçınılmaz olan “Cadı”ya karşı duydukları korkunun yol açtığı bir çöküş sarmalı yaşanmıştı.
Palmira: “Her şey Colette’nin ailesi öldüğünde başladı.”
Bir hayvan gibi hırlayıp kıvranan Colette’yi sıkıca kucaklayan Palmira, anlatmaya başladı.
Colette’nin ailesinin ölümü. ——Her şeyin başlangıcı olan o olayı.
Palmira: “Colette’nin evine bir cadı canavarı saldırdı. Colette’nin annesi de babası da öldürüldü ve geride sadece Colette kaldı…”
Evin içi korkunç bir hâldeydi ve canavarın saldırdığı ailesinin durumu bakılacak gibi değildi. O kanlı evde bir tek Colette hayatta kalmıştı.
Colette daha sonra köydeki akrabalarından biri tarafından yanına alınmış ve orada yaşamaya başlamıştı.
Ancak trajedi onun yakasını bırakmayacaktı.
Palmira: “Cadı canavarı, öldüremediği Colette’yi unutmamıştı. Onun yaşadığı evi bulup o evdeki insanları da…”
Omega: “Dişlerinin arasına aldı, ha. ——Cadı canavarları insanlığın düşmanıdır. Öldürmek, zarar vermek için bu tür kurnazlıklar yapanların olması şaşırtıcı değil.”
Palmira: “…Cadı canavarının getirdiği yıkım bununla da bitmedi. Defalarca kez devam etti.”
İnatla cadı canavarı Colette’yi takip etmeye devam etti.
Colette ne zaman bir eve alınsa o evde bir trajedi yaşanıyordu. —— Ama canavar, bir tek Colette’yi öldürmüyordu.
Zarar yayıldıkça, köylüler ne kadar iyi kalpli olsalar da onu yanlarında tutamaz hâle geldiler. Colette adındaki kızın varlığını bir yük olarak görmeye başladılar.
Palmira: “Sonunda o kadar korktular ki kimse Colette’yi yanına almaz oldu. Hatta onu ormandaki kulübeye sürdüler… O, sanki bir…”
Omega: “…İnsan adağıydı.”
Palmira’nın sözleri boğazında düğümlenince Omega onun yerine cümleyi tamamladı.
Palmira bunu duyar duymaz ifadesi kaskatı kesildi. Yüzünden hayal edeceğinizin aksine oldukça masum bir kızdı. Belki de yetiştirilme tarzının aksine iyi kalpli olduğu söylenebilirdi.
Ancak bu, gerçeklerle kıyaslandığında anlamsız bir duygusallıktan ibaretti.
Omega: “Köyü koruma açısından düşündüğünüzde bu tehlikeli cadı canavarını yenmektense Colette’yi adak olarak sunmanın daha az hasara yol açacağını düşünmüş olmalılar. Risk yönetimi açısından gayet mantıklı.”
Havanın düzelmesi ya da bereketli hasat gibi şeyler için dua etmek amacıyla adakların sunulduğu ritüeller, tarih boyunca her yerde gerçekleştirilmiştir.
Dürüst olmak gerekirse Omega, iradesi olmayan bir varlığa kurban sunmanın mantığını Omega çözemiyordu ama eğer tehdit somut bir varlıksa onun merhametini kazanmaya çalışmak fena bir fikir sayılmazdı.
Omega: “Tabii ki bu, konuşarak anlaşılabilecek bir varlık olması şartıyla mümkün.”
Palmira: “…Biliyorum. Nedenini bilmediğimiz bir cadı canavarı, neden Colette’yi verince geri çekilsin ki? Ben anlamıyordum, hâlâ da anlamıyorum. Ama köydeki herkes korkuya kapılmıştı. O yüzden Colette’yi…”
Omega: “Adak olarak… Eh, hayır, sadece bu değil. Palmira, bana yaptığın uyarıyı düşününce bu çok bariz.”
Palmira: “…”
Omega: “Çok basit. Köylüler, Colette’nin cadı canavarının efendisi olduğunu düşünüyordu; değil mi?”
Bunun da doğal bir gelişim olduğunu söyleyebilirdi.
Defalarca cadı yaratıkları tarafından saldırıya uğramışlar ve her seferinde sadece Colette hayatta kalmıştı. Bu durum tekrarlanınca şüphelerin Colette’nin üzerine çekilmesi mantıklıydı. “Cadı canavarına adak” güzel bir bahaneydi ama asıl amaçları tehlikeli Colette’i köyden uzaklaştırmaktı.
Colette’yi öldürmemeleri, köylülerin son bir vicdan kırıntısı mıydı acaba?
Omega: “Sanırım kendilerini korumak içindi. İnsanlar zor durumdayken başkalarını düşünemezler.”
Palmira: “Ve böylece, köylüler Colette’ye şöyle seslenmeye başladılar: ——Cadı.”
Omega: “——. Anlıyorum. Dışlandığının bundan daha iyi bir kanıtı olamazdı.”
Ona dünyadaki en iğrenç varlığı ifade eden bir lanetle hakaret ettiklerine göre aralarındaki bağları onarmak artık beyhudeydi. Colette’nin ormanda tek başına yaşamasının ne anlama geldiğini biliyordu.
Ve Omega’nın tahmini doğruysa insan avı durduktan sonra başka bir şey başlamış olmalıydı.
Omega: “Ormanda hayvanların vahşice öldürüldüğü olaylar başladı, değil mi? Bu mezarlık, adak olan hayvanları gömmek için bir yer. Bunu da sen yaptın. Yanılıyor muyum?”
Palmira: “…Nasıl?”
Omega: “Çok basit, sevgili Watson.”
Ç.N: (Buradaki söz, “Sherlock Holmes’un Dönüşü” isimli filmin final sahnesindeki söze göndermedir. Sherlock Holmes final sahnesinde Watson’a dönerek “Elementary, my dear watson, elementary.” der ve bu kalıp çok sevilir. Daha sonraki Sherlock Holmes filmlerinde de senaristler tarafından eklenen jeneriklik bir cümle haline gelir. Echidna’nın böyle bir şeyi öğrenmiş olması çok ilginç.)
Araya sıkıştırdığı bu gereksiz sözleri, telaş içindeki Palmira’ya ulaşmadı. Bilgisini gösterme hevesiyle içinde pek de olumlu bir anlam taşımayan kelimeler söyleyerek yine saçmalamıştı.
Lafının havada kalmasına aldırmadan Omega etrafındaki mezar taşlarını göstererek:
Omega: “Aslında, 400 yıl önce buna benzer şeyler her yerde oluyordu. O zamanlar ‘Cadı’ olmanın şartları oldukça belirsizdi. Bu yüzden başka bir deyişle, bazıları asgari şartları yerine getirmeleri koşuluyla belki de herkesin bir Cadı olabileceğini düşünüyordu. Dolayısıyla tuhaf ritüeller yaygınlaştı.”
Normal bir insanın bakmaya dayanamayacağı kadar zalim ritüeller vardı. Gerçekten de o zamanlarda dünyanın en karanlık çağını yaşadığı söylenebilirdi.
Omega: “Alakasız ama neden ritüeller hep zalim bir yöne doğru ilerler ki? Arada bir çiçeklerle dolu, gece değil de gündüz yapılan ritüeller de olsa olmaz mı?”
Palmira: “Sen ne demeye çalışıyorsun?..”
Omega: “Ah, pardon. O kadar karmaşık bir şey değil. ——Yanisi, köylüler tarafından ‘Cadı’ muamelesi gören bir kız, madem öyle gerçek bir ‘Cadı’ olayım diye düşündü. Ya da kendini ‘Cadı’ sandığı için ritüellere başladı.”
Yani asıl kişinin niyetinden bağımsız olarak şartlar doğru olduğunda ritüel etkili olacaktı.
Ormanda tek başına yaşayan Colette, istemeden bu koşulları sağlamıştı.
Omega: “Faktörler, uygun kişiyi seçer. Eğer seçilseydi ‘Cadı’ olma yolu açılırdı ama… ne yazık ki bu çağdaki cadı faktörleri çoktan uygun kişileri bulmuş gibi. Hatta o çocuk birden fazla faktöre sahip olduğu için cadı kıtlığı yaşanıyor.”
(Önemli Ç.N: Echidna burada kelimenin tam anlamıyla “çocuk” anlamına gelen “子” (ko) terimini kullanıyor. Tam olarak kime atıfta bulunduğu belli değil. İlk başta, Echidna’nın onu iki faktörle görmüş olmasından dolayı Subaru olması gerektiğini düşündüm. Ancak, çok da emin değilim, özellikle de Echidna’nın Subaru’ya “子” diyeceğini sanmıyorum. Gerçi Minerva ona tam da bu şekilde hitap ediyor. Pandora’ya ya da başka birine de atıfta bulunuyor olabilir. Burada “çocuk” kelimesinin birebir çevirisini tercih ettim ama bu pekâlâ kız da olabilir, çünkü bu terim Carmilla ve Daphne gibi genç görünen kızları tanımlamak için çok kullanılıyor, hatta Echidna da kullanıyor. Suçlayıcı “せいで” (seide) ifadesini kullandığı için bu “子”ya suç yükleyen olumsuz bir nüansa sahip.)
Zaten bu çağda faktör sahiplerine “Cadı” değil de Günah Başpiskoposu deniyordu. İsim değişse de muamelenin değişmemesi ne kadar da manidardı.
Omega: “Görünüşe göre yine konudan saptım. Kısacası Colette, bu yüzden köyden izole edildi ve yalnız kalan kız, ‘Cadı’ olmak için zalim ritüellere başladı. ——Neyse ki hayvanları öldürmekten öteye gitmemiş gibi ama bu da an meselesiydi tabii.”
Palmira: “…O kızı kendi hâline bıraksaydık birine…”
Omega: “Kesinlikle. Hatta o biri olabilecek ilk aday da muhtemelen bendim. Ya da sen miydin? Ormana çekilen ikimizdik sonuçta.”
Palmira bu gece mezarlığa işlerin ilerlemek üzere olduğunu tahmin ettiği için mi gelmişti?
Ritüeli aktif olarak yürüttüğü göz önüne alındığında tüm bağlarından koparak “Cadı” olma yolunu açma konsepti fena bir fikir değildi. Gerçekten keskin bir gözü vardı.
Ancak, Palmira’nın tahmini burada hedeften şaşmıştı. ——Colette aklına bunu koymamıştı.
Omega: “Ne yazık ki bu kız ‘Cadı’ değil. Hatta “Canavar” onun gerçek doğası da değil. Palmira, bir şey sorabilir miyim?”
Palmira: “Ne var? Her şeyi biliyorsan daha ne soracaksın…”
Omega: “Köylülerin korktuğu cadı canavarını kimse görmedi, değil mi?”
Bunu söylerken Omega, kucaklaşan iki kızın yanına yürüdü. Hâlâ çırpınan Colette’ye elini uzatıp—— bileğindeki bileziği nazikçe çıkardı.
O anda, o zamana kadar çırpınıp duran Colette’nin vücudu gevşedi.
Palmira: “…Colette? Colette! Sen ne yaptın?!”
Omega: “Bağlantı kesilince bilinci kapanıverdi sadece. Normalde kullanmayacağı bir güç harcadı. Hemen uykuya dalması da şaşırtıcı değil. Yine de…”
Palmira’nın paniğine rağmen Colette, uyurken usul usul nefesler alıp veriyordu. Bu korkunç duruma uymayan melek gibi bir yüzü vardı ama muhtemelen kendisinin “Canavar” olduğundan haberi olmadığı düşünüldüğünde buna da yapacak bir şey yoktu.
Omega: “ ‘Meteor’… Dilekleri gerçekleştirdiği için ‘Kayan Yıldız’ adını vermiştim.”
(Ç.N: “Meteor” genellikle yanlış bir şekilde “Metia” olarak yazılır. Ama burada görüldüğü gibi Meteor olmalıdır.)
Böyle dilekler geçiciydi. Uzun vadede üreticinin niyetinden saparak sorun yaratmak için bir baş ağrısı haline geldiler. Dün de bugün de bu “Meteorlar”ın altında yatan ana sorun buydu.
Sorunlu olan insanların dilekleri miydi, yoksa aletlerin kendisi mi? Belki de yanlarına bir de kullanım kılavuzu eklemek daha iyi olurdu.
Omega: “Görünce ne işe yaradığını anlamaları gerekirdi aslında.”
Ama genelde öyle olmaması, Omega’nın insanları fazla abartmasından mı kaynaklanıyordu acaba?
Her neyse——
Omega: “Colette artık kontrolden çıkmayacak. Bu bileziği yok ettiğimiz sürece.”
Palmira: “O, Colette’nin ailesinin yadigârı…”
Omega: “Bu ‘Canavarlaşma Bileziği’… böyle bir ‘Meteor’ işte. Özel bir güce sahip olmadan da çalışabilen bir alet, normalde gücü olmayan insanların kendilerini korumak için kullandığı bir takıdır.”
Bir zamanlar insanların düşmanlarının çok fazla olduğu bir çağda, kamp kurmanın bile ölümcül olduğu zamanlarda onlara acıyıp yardım etmesi için yaratılmıştı “Canavarlaşma Bileziği”.
Omega: “Tehlike anında, sahibinin manasını geçici olarak artırıp savaşabilecek bir bedene dönüştürür. Karşılığında muhakemesi büyük ölçüde azalıp bir canavarmış gibi davrandığı için ‘Canavarlaşma Bileziği’ adını verdim.”
Palmira: “O zaman, Colette’nin ailesi de diğer kurbanlar da bu bilezik yüzünden…”
Omega: “Ailesinin dışarıyla ticaret yapan tüccarlar olduğunu duydum. Muhtemelen bir yerden ‘Canavarlaşma Bileziği’ni aldılar. Onu da kızlarına hediye ettiler. Ve ondan sonra da…”
O meşum gecede “Canavarlaşma Bileziği” Colette’yi bir “Canavar”a dönüştürmüş ve katliam yaşanmıştı.
Normalde, “Meteor” ne zaman tehlike baş gösterse harekete geçerdi; ancak saf bir kızın hissettiği tehlike, kâbus görmek kadar basit bir şey bile olabilirdi.
Omega: “Aynı şey yerleştiği diğer evlerde de oldu ve sonunda yalnız kaldı. İlginçtir ki her şeyin sorumlusu olarak görülmesi, kendini tehlikeli sanan Colette’nin bileziği kontrol etme yeteneği kazanmasını sağladı. Sonrasındaki öldürülen hayvanlar da Colette’nin son bir direnişiydi.”
İşte bu, ormanda tek başına yaşayan Colette’yi çevreleyen hikâyenin gerçeğiydi.
Ailesini kaybetmiş, köylüler tarafından dışlanmış ve ormana sürülmüştü. Küçük kız, korkunç “Canavar”ı mühürlemek yerine kendini bir “Cadı”ya dönüştürmek için ritüelini yapmaya devam etmişti.
Ve bu sefer, yoldan geçen bir gezgini kurban ederek gerçek bir ‘Cadı’ olmayı amaçlamıştı…
Omega: “…Saçmalık.”
Palmira: “…”
Omega: “Yaban tavşanlarını öldürünce ‘Cadı’ olunacağını mı sandı? Bu bir çocuğun hayalinden başka bir şey değil.”
Bunu söylerken Omega yukarı baktı. Gökyüzü hâlâ kalın bulutlarla kaplıydı, tek bir yıldız bile görünmüyordu. Bu canını sıktı, bu yüzden kollarını yukarı savurdu.
O an gökyüzünün çok yukarısında esen rüzgâr, bulutları darmadağın etti ve masmavi ay ortaya çıktı.
Palmira: “…Hgha”
Mavi aydan süzülen ay ışığı, ormandaki açıklıkta duran kızları aydınlattı. Ve “Canavar”ı kucaklamaya devam ederken o kadim varlıkla yüzleşen kız nefesini tuttu. Çünkü gözlerinin önünde duran——
???: “…Anlıyorum. Beni görüp de sakin kalabilmen takdire şayan.”
——hafifçe gülümseyen beyaz saçlı bir “Cadı”ydı.

‘Cadı’: “Köylüler Colette’ye ‘Cadı’ diye hakaret ettiler, değil mi? Bu hiç hoş değil. Böyle bir şeyin ‘Cadı’ sanılması ne benim ne de o kızların kabul edebileceği bir şey değil.”
Palmira: “Hıh…”
‘Cadı’: “Köy bu taraftaydı, değil mi? Yön bulma konusunda berbatımdır da.”
Boğazı düğümlenen Palmira’ya gülümseyerek “Cadı” sordu. Korkudan donakalan Palmira’nın yapabildiği tek şey tekrar tekrar başını sallamaktı.
‘Cadı’: “Teşekkür ederim.”
“Cadı” cevabı için ona teşekkür etti ve yavaşça uzaklaşmaya başladı. Doğruca köye ilerledi. Colette’yi “Cadı” sanan o ahmakların her birine gerçeği gösterecekti.
Palmira: “…”
Ve böylece uzaklaşan “Cadı”yı izlerken kalbi donmuş gibi hisseden Palmira gökyüzüne—— aya baktı
——Mavi ay kucaklaşan iki kızı, her zamanki gibi sessizce izliyordu.
8
Kalan kuru etten bir parça ısırıp ılıttığı sıcak suyla vücudunu ısıttı.
Kurumuş paltosunu giyip ayakkabılarını tekrar bağladı mı yol hazırlıkları tamamdı.
Omega: “Düşündüğümden daha uzun kaldım ama… düşündüğümden daha çok eğlendim sanırım.”
Her türlü bilinmezliği eğlenceli bulabilen bir yapısı olduğu için sıradan günler bile birer hazineydi. Olaylarla dolu olduğu sürece daha fazlasına ihtiyacı yoktu.
Omega: “Bununla birlikte geriye elle tutulur hiçbir şey kalmıyor. Bu da benim kaderim olmalı.”
Sakin bir sesle bunu mırıldanan Omega, birkaç gün kaldığı kulübeden çıktı. Kulübenin sahibi ortalıkta olmadığı için vedalaşacak kimse de yoktu. Teşekkür mektubu da muhtemelen uğraştırıcı olurdu.
Omega: “Giden kuş, yuvasını pisletmezmiş. Eh, ben yeterince pislettikten sonra gidiyorum ama.”
(Ç.N: Kuşla ilgili bu deyim, bir yerden ayrılırken gitmeden önce her şeyin iyi olduğundan emin olmak gerektiğini belirtir.)
Böyle bir düşünceyle Omega kulübeden ayrıldı, ormanı geçti, kimsenin olmadığı mezarlığı aştı ve ormanın dışındaki yola çıktı.
Başıboş yolculuğuna bir kez daha devam edecekti. Bu duygularla Omega——
???: “——Omega-chan, tek başına nereye gidiyorsun?”
Omega: “…İşte bu beklenmedik bir karşılaşma oldu.”
Arkadan seslenilmesi üzerine Omega, hafifçe irkilerek arkasını döndü. Yan yana duran iki genç kız görüş alanına girdi.
İki kız -Colette ve Palmira- el ele tutuşmuş, gözlerini Omega’ya dikmişlerdi.
Omega: “Yoksa beni uğurlamaya mı geldiniz? Bunu benim söylemem garip ama pek de iyi bir şekilde ayrılmamıştık sanırım.”
Palmira: “Bunu bilip de rahat rahat konuşuyorsun ya… Al, bunu unutmuşsun.”
Palmira konuşmasını bitirdikten sonra ona bir şey fırlattı. Omega, ona doğru bir yay çizen nesneyi yakalamak için hemen elini uzattı. Yakalamaya çalıştı çalışmasına ama başaramadı ve yere düşüverdi.
Omega: “——. Ah, tüh. Az kalsın unutuyordum.”
Palmira: “…Ciddi misin? Önemli bir şey değil miydi bu? Delirmişsin sen.”
Palmira ayaklarının dibine düşen önemli nesneyi -mavi piroksen taşını- yerden alırken Omega’ya bir iç çekti. Palmira’nın yanındaki Colette sesini yükseltti ve “Omega-chan” diye seslendi:
Colette: “Şey, şey, benim sana bir sürü özür borcum var. Çünkü, ben Omega-chan’ı…”
Omega: “Öldürecek miydin? Olur öyle şeyler, hayatta her şey var. Sonuçta teşebbüste kaldı, o kadar da kafana takma.”
Colette: “Ama bu… bu haksızlık! Hadi ama, lütfen düzgünce konuşalım. Böyle her şeyi kendinden uzaklaştırıp kendini kapatmasana.”
Omega: “…”
Çaresizce konuşan Colette’nin tavrı karşısında Omega yine kelime seçiminde hata yaptığını anladı. Sadece üzülme demek istemişti, neden böyle oluyordu ki?
Omega: “Bana teşekkür etmene gerek yok. Senin ‘Cadı’ muamelesi görmen, talihsiz tesadüflerin bir sonucuydu. Sebebi bulundu ve yanlış anlaşılma da çözüldü. Artık köyde kimse sana ‘Cadı’ dememiştir, değil mi?”
Colette: “Hı-hı, doğru. Bu gerçekten de doğru.”
Omega: “Öyle mi? Sevindim.”
Bir sürü geri dönülmez hata yapsa da en azından bir şeyin yolunda gitmesine sevindi.
Gerçek bir “Cadı” ziyaret ettiğinde köy cehenneme dönmüştü. Mümkün olduğunca travmatik olmayacak şekilde sahnelediği için köylüler hayatlarının geri kalanında sadece kâbuslar görmekle kalacaklardı.
Omega: “Geriye sadece yanlışlıkla kendi kusmuklarında boğulmamış olmalarını ummak kalıyor.”
Palmira: “…Sen ne dediğinin farkında mısın?”
Omega: “…? Sadece mantıksal bir açıdan belirtiyordum, bunda tuhaf bir şey mi vardı?”
Omega başını yana eğerken Palmira derin bir iç çekti, Omega onun tepkisini anlayamamıştı. Onun yerine Colette “Umm…” diye araya girdi.
Colette: “Omega-chan sayesinde, köydeki herkes benim ‘Cadı’ olmadığımı anladı. ‘Canavar’ hakkındaki yanlış anlaşılma da çözüldü… ama…”
Omega: “Ama?”
Colette: “Benim bir ‘Cadı’nın arkadaşı olduğumu da öğrendiler.”
Omega: “——Bu…”
Colette düz göğsüne bir dokunuşla bunu söylerken Omega kaşlarını çattı.
Gerçek bir “Cadı”nın ortaya çıkmasıyla Colette’nin sahte bir cadı olduğunu kanıtlanmıştı. Ama anlaşılan, ilaç fazla etkili olmuştu. Köylüler, gerçek “Cadı”nın gelmesinin bir nedenini aramış ve oklar yine Colette’ye dönmüştü.
Yani…
Colette: “Bu sefer ne köyde ne de ormanda kalamam.”
Omega: “Öyle mi?.. Uh, buna ne desem… Evet. Ben de bir parça sorumluluk hissediyorum sanırım…”
Palmira: “Yoo, düpedüz hepsi senin suçun.”
Sözleri boğazında düğümlenen Omega’yı soğuk bakışlarıyla kesip doğrayan Palmira, net bir şekilde söyledi. O tavır karşısında ezilirken Omega, bir anlığına iki kızın giydiği kıyafetleri fark etti.
Şimdi şöyle düzgünce bakınca ikisi de seyahat kıyafeti giyiyordu. Ve küçük bir gezi için giyeceğiniz türden değil, tam teşekküllü bir yolculuk için donanmışlardı.
Colette: “Söyledim ya. Köyde kalamam artık.”
Palmira: “Ben de o köyden bıktım artık. O yüzden Colette ile gidiyorum.”
Colette: “Ve işte, konuşmak istediğimiz konu bu… Omega-chan, tek başına iyi olacak mısın?”
Sorusu Omega’yı tam anlamıyla hazırlıksız yakaladı. Ve bu yüzden, yüz ifadesi istemeden değişen Omega’ya bakarken iki kızın gözleri parladı.
Bir tanesi dizginlenemez bir neşeyle doluydu, diğeri ise muzip bir keyifle.
Omega: “Defalarca kez söyledim, benim yolculuğum başıboş bir yolculuk. Sizin istediğiniz gibi ‘sıpektaküler’, aksiyon dolu büyük bir macera olacağına söz veremem.”
Colette: “Sıpekta?.. Hımm, pek anlamadım ama Omega-chan’la birlikteysek kesin çok eğlenceli olur. Arkadaşlarla yola çıkmak çok heyecan verici bir şey!”
(Ç.N: Omega burada İngilizce kökenli “spectacular” kelimesini kullandı, bu yüzden Colette onu anlamadı.)
Palmira: “Ben sana o kadar güvenmiyorum ama… hem Colette’yi hem de seni yalnız bırakırsam başınıza bir iş gelir gibime geliyor.”
Colette, Palmira somurtur gibi yaparken onun koluna mutlulukla sarıldı. Ardından Omega; kendisine o pırıl pırıl gözlerle bakan kıza karşı derin, çok derin bir nefes verdi.
Omega: “Pekâlâ. ‘Canavarlaşma Bileziği’nin nasıl kullanılacağını da öğretmem gerek. Ne kadar birlikte gideriz bilemem ama siz benden bıkana kadar istediğinizi yapabilirsiniz.”
Colette: “Yaşasıııın! Bundan sonra da güzelce anlaşalım, Omega-chan!”
Omega pes ederek yürümeye başlarken hem Colette hem de Palmira aceleyle onun yanına sokuldular.
Beklenmedik bir şekilde yeni yol arkadaşları edinen Omega’nın başıboş yolculuğu, bir şekilde devam ediyordu.
Omega: “…Başıboş bir yolculuk, ha. O renksiz, sıkıcı yolculuğa kıyasla çok, çok daha iyi sanırım.”
Omega, kızlarla birlikte yürürken bir zamanlar olan bir olayı anımsadı.
Boynundan sarkan mavi parlayan taş sallanıyor, güneş ışığında göz alıcı bir şekilde parlıyordu. Sanki Omega’ya bir şeyler söylüyor gibiydi…
Ancak o mavi piroksen taşının söyledikleri, Omega’dan başka kimsenin kulağına ulaşmıyordu.
SON


Çeviri için teşekkürler