Bölümün ortalama okuma süresi 18 dakikadır. İyi okumalar dileriz.
Bölüm Seçici

※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※
Çevirmen: Bertiel
Ek Düzenleme: Qua
Redaktör: akari
Destekçiler: Donatus, Echi_dna, Akari, Nurullqhx, Atakan Soner, Misertus, shingokuz, Lewysi, Taha Kurt, Künefe, agaligim, Katlicia, Lavedos, God’s Clown, Feylix, Samte, Rusen, Saitama ama jojo referansı, Allen Walker, Kayra Poyraz, LReiN, Ebubekir, Hexa, Arda, Fatih, Drusus Carter, EcBur, ADSA, Rikka Fedaisi, Voi Van Astrea, Lavain
Destek vermek isterseniz TIKLAYIN!
Discord’a gelmek isterseniz TIKLAYIN!
※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※
——Vollachia İmparatorluğu’nun başkenti Lupugana’yı savaşın merkezine dönüştüren İmparatorluk Ordusu ve isyancı güçler arasındaki amansız mücadele, ülkenin dört bir yanına kaosun tohumlarını saçarak son perdesine girmişti.
Başkentin en derin noktasındaki Kristal Saray’ın taht odasında, İmparator “Vincent Vollachia”nın ışık saçan bir mermiyle can vermesi de bu kaosun bir parçasıydı. Tıpkı başkenti korumakla görevli “Dokuz İlahi General”in görevlerini terk etmesi, kimliği belirsiz savaşçıların aniden savaş alanına dalması ve Batı’dan gelen gizemli bir grubun cephede devasa bir gedik açması da şüphesiz etrafa saçılmış kaos tohumlarından başka bir şey değildi.
Ne var ki bu savaş meydanında en gür şekilde filizlenen tohumun bulunduğu yerse——
Vincent: “――Emrime riayet edin! Bu artık İmparatorluk Ordusu’yla isyancılar arasındaki bir savaş olmaktan çıktı! Üçüncü bir tarafın müdahalesiyle zafer koşulları baştan aşağı yeniden yazıldı!”
Yıkıntıların üzerine çıkmış bu adam, derme çatma bir sahnede sesini yükseltiyordu.
Kurumuş kanı siyah saçlarına bulaşmıştı. Keskin siyah gözlerinde ateşli bir zekâ barındıran ve kükreyen seslerin yankılandığı bir savaş alanında bile net bir şekilde duyulan bir sese sahip yakışıklı bir adamdı.
Şiddetin hüküm sürdüğü bu savaş meydanında―― yoo hatta, şiddetin iliklere kadar işlendiği Vollachia İmparatorluğu’nun kendisinde bile, böylesine zayıf ve çaresiz görünen bir adamın insanları nasıl kendine çektiğini anlamak zordu.
Yine de hiç kimse onu küçümsemeye cesaret edemedi. Sadece dikkat kesilip dinlediler.
Zira damarlarında akan imparatorluk kanı; onların benliklerini, kaderlerini ve yaşam biçimlerini şekillendiren bizzat o adamdı. Dolayısıyla da yamuk tahtından yükselen o sese kulak tıkamak imkânsızdı.
――Yıkıntıların üstündeki tahtından haykıran o adam, Vincent Vollachia’nın ta kendisiydi.
Herkes: “――――”
Vincent’ın gürleyen beyanını en yakından dinleyenlerse birbirinden dişli isimlerdi.
Dokuz İlahi General’den Goz Ralfon ve Olbart Dunkelkenn, İmparatorluk Başbakanı Berstetz Fondalfon ve hatta özel görevi sayesinde saraya giriş izni bulunan Yıldız Gözlemci Ubilk bile oradaydı.
Henüz kısa süre önce birbirlerine kılıç çekmiş bu insanların, şimdi Vincent’le böylesine yakın bir mesafede onu savunmasız bırakacak biçimde karşı karşıya durmaları, her an ölümle sonuçlanabilecek bir tablonun habercisiydi.
Ne var ki――
Vincent: “Moguro Hagane onu bastırıyor. Fakat gökyüzünde karşısına çıkan kişi, çoktan ölmüş olması gereken Balleroy Temeglyph’ti. Anlaşılan sevgili ejderiyle beraber dirilmiş.”
Berstetz: “Bu konuyla ilgili olarak, naçizane zatımın bildirmek istediği bir şey var. ――Kabul salonunda Lamia Godwin Ekselansları’yla karşılaştım. O günkü hâliyle tastamam kendisiydi.”
Goz: “Ne cüretle! O raporu benim sunmam gerekirdi! Ekselansları! Orada yalnızca Lamia değil, İmparatorluk Seçim Töreni’nde hayatını kaybeden diğer kraliyet mensupları da hazır bulunuyordu!”
Vincent’ın sözlerinin ardından, Berstetz ve Goz böyle karşılık verdiler.
Vincent’ın ortadan kaybolduğu dönemde bile sadakatinden sapmayan Goz, Berstetz’in saf değiştirmesini hâlâ hazmedememişti.
Ne var ki Berstetz’in kaygısı her zaman Vollachia İmparatorluğu’nun bekası üzerine olmuştu. Dolayısıyla da imparatorluğun varoluşunun tehdit altında olduğu bu durumda, yaşlı adamın tavrı gayet doğaldı.
Bu gereksiz atışmalar bir kenara bırakıldığında Vincent’ın dikkati asıl meseleye çevrildi.
Vincent: “Ubilk, Büyük Felaket’in kaynağına dair önceden bazı bilgilere sahip olduğunu biliyorum. O hâlde Balleroy Temeglyph, Lamia ve diğer kraliyet mensuplarının dirilişi… bu Büyük Felaket’in ta kendisi mi?”
Ubilk: “Bu konuda hem ‘evet’ hem ‘hayır’ diyebilirim, Ekselansları. Bana ulaşan fısıltılar, Vincent Vollachia’nın ölümünün Büyük Felaket’in kıvılcımı olacağını söylemişti. Bu yüzden de imparatorluğun çöküşünü engellemek için türlü türlü entrikalar, planlar, hesaplar yaptımmm~ saymakla bitmez…”
Vincent: “Yani ayrıntılardan ‘bihaberdim’ mi diyorsun?”
Ubilk, yüzünde kayıtsız bir tebessümle başını salladı ve gevşek bir tonla “Eveeet~, aynen öyle,” dedi.
Bu yanıt beklenmedik sayılmazdı ama kesinleşmiş olması Vincent için kıymetliydi. Zira Ubilk ve diğer Yıldız Gözlemciler’in Büyük Felaket’e karşı durdukları, Vincent’ı o ölümcül düşüşten kurtarmış olmalarından da açıkça belliydi.
Vincent: “Öyleyse mevcut durumda varlığın bizim hesaplarımızın dışında kalıyor. Tek gayen yaşamak olsun, bundan fazlasına karışma.”
Goz: “Ekselansları! Lütfen bu meseleyi bana bırakın, siz kendi güvenliğinizi düşünün! Ben, Goz Ralfon, yokluğumun utancını silmek için tüm gücümle――”
Vincent: “――Kes sesini.”
Goz: “――Hık!”
Alevlenen Goz’a soğuk bir bakış atan Vincent, yalnızca bir kelimeyle onun tüm coşkusunu yerle bir etti.
Goz, İmparator’a sadakatini bir kez daha kanıtlamak ve o kritik anda gecikmiş olmasının utancını telafi etmek istiyordu. Oysaki Chisha’nın isyanı sırasında Vincent’ın kaçışına zemin hazırlamış olması bile, sadakatinin tartışılmaz bir göstergesiydi.
O gün Goz direnmemiş olsaydı Vincent çoktan Chisha’nın ellerine düşerdi. Ve o durumda da bugün İmparatorluk Başkenti’nde karşı karşıya oldukları bu düzen, bu sahne, asla hazırlanamamış olurdu―― Şüphesiz ki bugünkü manzara da önceden planlanmıştı.
Vincent: “――――”
Vincent, çenesine elini dayayıp gözlerini hafifçe kıstı; zihninde İmparatorluk Başkenti’nin haritasını çiziyor, olayları adım adım bir araya getiriyordu.
Kan kaybı ve bedensel yorgunluk düşüncelerini bulanıklaştırsa da taht odasında Chisha’nın indirdiği darbenin köprücük kemiğinde bıraktığı acı, bilincini keskin tutuyordu. Kararlılığıysa hâlâ doruktaydı.
Bu acının bile Chisha’nın planının bir parçası olduğuna inanmak istemiyordu ama――
Cecilus: “Şeyyy? Herkes hararetli hararetli bir şeyler konuşurken araya girdiğim için kusura bakmayın ama benim dünyayı büyülemek gibi bir görevim var da müsaadenizle ben kaçsam olur mu?”
Goz: “Ne?! Birinci Sınıf General Cecilus?! Ne saçmalıyorsunuz siz?!”
Cecilus: “Ah, o ‘Birinci Sınıf General’ falan laflarını ara sıra duyuyorum ama pek ilgimi çekmediğinden aklımda kalmıyor bir türlü. Herhalde beni başkasıyla karıştırıyorsunuz? Durum buysa benimle kıyaslanan o Birinci General-san denen kişiye de yazık valla!”
Bu karmaşanın ortasında, baş döndürücü bir hızla hareket eden tek şey Vincent’ın zihni değildi.
Üstelik birkaç on metrelik bir alanda -Moguro’nun devasa cüssesi için bir adımlık mesafede- Bulut Ejderhası Mezoreia’yla Balleroy ikilisinin savaşı hâlâ devam ediyordu.
Uzaktan bile paramparça olduğu görülen su deposundan akan suların tüm başkenti dalgalarla yutması an meselesiydi. Üstüne bir de küçülmüş Cecilus ortalıkta yaygara koparıyordu.
Goz, Berstetz ve hatta Olbart bile Vincent’ın kararını bekleyen bir sessizliğe gömülmüşken bu genç şimşek, Cecilus, hiçbir plana uymuyordu.
Ne görünüşü ne de zihninin işleyişi olgunluktan uzaktı. Dolayısıyla da Vincent’ın sözlerine karşı güvensiz ve alaylıydı.
Cecilus: “Az önceki nutkunuz gerçekten şahane sayılır! Vollachia İmparatoru’nun ta kendisi olduğunuz çok net, bunda şüpheye yer yok. Maalesef ki ben sırf birisi İmparator diye önünde eğilecek değilim. Benim yolumu değiştirmek istiyorsanız, önüme bir hanamichi sermeniz gerekir!”
(Ç.N: Hanamichi, kabuki tiyatrosunda oyuncuların dramatik giriş yapabilmesi için sahneye kadar uzanan görkemli bir geçittir.)
Vincent: “――Tıpkı Natsuki Subaru’nun yaptığı gibi mi?”
Cecilus: “――Ne yazık ki bahsettiğiniz kişiyi tanımıyorum. Tanıdığım birine isim olarak benziyor gibi ama… sanki bu konuyu az önce güzel bir hanımefendiyle de konuşmuştum.”
Cecilus, kafasını yana eğip kısa bacaklarını havada sallayarak cevap verdi.
Cecilus’un aklını kurcalayan o “güzel hanımefendinin” kim olduğu belirsizdi ama bu gencecik Cecilus’un İmparatorluk Başkenti’ndeki çarpışmaya dahil olmasıyla Vincent’ın şüphesi kesinliğe dönüşmüştü.
Savaş alanını batı cephesinden darmadağın eden beklenmedik grubun başındaki ismin Natsuki Subaru olduğuna ve Cecilus’u da beraberinde sürükleyenin ta kendisi olduğuna kanaat getirmişti.
Ve ardından――
Vincent: “Bu, sadece şimdiki durumla ilgili değil. Benim buyruklarıma itaat etmeyişin yeni bir şey değil. Canın nasıl istiyorsa öyle at koşturmakta serbestsin.”
Cecilus: “Amanın, ne kadar da anlayışlısınız. Gelgelelim, bana ne emredilirse edilsin, kimsenin buyruklarına uysal bir kuzu gibi riayet etmeye niyetli değilim zaten. Bu yüzden de müsaadenizle veda edip yola koyulayım.”
Vincent: “Cecilus.”
Keyfi hareket etmesine izin veren Vincent’a el sallayıp hızla gözden kaybolmaya hazırlanan Cecilus, arkasından isminin çağrılmasıyla duraksadı. Genç şimşek, “Efendim?” diye bir ses çıkararak geriye döndü.
Vincent’ın gözleri, ilk tanışmalarından bu yana zapt etmesi güç olan o tanıdık enerjiyi taşıyan Cecilus’un bakışlarıyla kesişti.
Vincent: “Evvelki zamanlarda yaptığımız anlaşma uyarınca senin o şaşaalı anın için sahneyi bizzat ben hazırlayacağım.”
Cecilus: “――Aha.”
Vincent’ın bu kısa sözüne karşılık küçük bir kahkaha atan Cecilus, bir anda ortadan kayboldu.

Henüz tam olgunlaşmamış bu hâliyle dahi şimşek gibi bir hızla hareket edişi, ardında en ufak bir iz bile bırakmayışı, Vollachia’nın en kudretli ünvanının neden bu gence ait olduğunu ve bu ünvanın neden sarsılmaz kaldığını ispatlıyordu.
Her hâlükârda――
Berstetz: “Ekselansları, emin misiniz? Birinci Sınıf General Cecilus…”
Vincent: “Sen ve Ubilk’in durumu gibi, önemsiz şeylerle kaybedecek vaktim yok. Ondan daha önemlisi——”
Ortadan Kaybolan Cecilus’u dert etmekten ziyade, eldeki sorunu çözmek daha elzemdi.
Vincent, Berstetz’in kısılan gözlerinin içine bakarak onun arkasındaki Goz ve Olbart’ın da duyabileceği bir sesle ilan etti.
Bu da——
Vincent: “――Başkenti terk ediyoruz. Mümkün olan en fazla savaş gücünü koruyarak geri çekileceğiz.”
△▼△▼△▼△
Kızıl bir Galewind Atı’na binmiş bir grup, kaos ve karmaşanın girdabındaki başkentin sokaklarında dörtnala ilerliyordu.
Sancaktarımız bildiğiniz üzere Natsuki Subaru, kanatlarını koruyan süvariler Idra Misanga ve grubun tek çiçeği aynı zamanda güç abidesi olan Tanza’yla Pleiades Taburu’nun yarma gücü tam gaz devam ediyordu.
Subaru: “Üstelik şimdi sahneye Beatrice ve Louis’i katarak iki yıldız karakter daha eklemiş oluyoruz, rüzgâr tamamen bizden yana esiyor!”
En önde dizginleri Idra tutuyordu, hemen arkasında Subaru’nun kısa kolları arasında sıkışıp kalmış gibi duran Beatrice ve onun da sırtına kurulmuş olan Louis oturuyordu.
Bu dört çocuktan oluşan garip grubun liderliğini yetişkin Idra üstlenmişti, üstlenmesine ama…
Beatrice: “――Minya!”
Louis: “Uau!”
Tanza: “Müsaadenizle.”
Beatrice’in havaya kalkan elinden fırlayan eflatun oklar, Louis’in mekânda bir belirip bir kaybolarak yaptığı öngörülemez saldırılar ve Tanza’nın yollarını kesenleri zahmetsizce biçip geçen yumrukları, onlara geçit vermeyen her şeyi yok ediyordu.
Harabeye dönmüş şehir surlarının üzerinden atlayarak İmparatorluk Başkenti’ne daldıklarında da Subaru ve yoldaşlarının gözü uzakta seçilebilen tek bir hedefteydi, Sahte İmparator’un taht kurduğu, göz alıcı Kristal Saray.
O sarayda oturan sahte İmparator, Vincent Vollachia’nın adını ve suretini gasp eden bir sahtekârdı.
Onu alt etmeyi başarırlarsa Subaru’nun kendini kaçınılmaz bir şekilde içinde bulduğu Vollachia İmparatorluğu’ndaki bu büyük iç savaşa nihayet bir son vereceklerdi.
Subaru, bu inançla ve tozu dumana katmaya ant içerek ileri atıldı.
Idra: “Schwartz! Bu herifler mantar gibi yerden bitiyor! Neler oluyor be?”
Idra’nın sesi tam bir çığlık olmasa da tınısına iliklerine işlemiş bir korku sinmişti.
Belki de dizginler aracılığıyla atına da sirayet eden bu dehşet yüzünden Galewind Atı’nın adımları bocalamaya başlamıştı ancak ondan bu durumu görmezden gelmesini ya da sineye çekmesini beklemek haksızlık olurdu.
Dizginleri tutan elindeki tereddüt, Galewind Atı’na da geçmiş olacak ki hayvanın adımları kararsızlaşmıştı. Ama ona “Sakin ol, unut gitsin” demek de haksızlık olurdu.
Neticede――
Subaru: “Bu kireç suratlı herifler de neyin nesi be?!”
İmparatorluk Başkenti’ne daldıkları anda İmparatorluk Askerleri tarafından çetin bir direnişle karşılanacaklarını en başından biliyorlardı.
Fakat işin garibi şuydu ki Subaru ve ekibi İmparatorluk Askerleri’yle yalnızca ilk başlarda çatışmıştı. O noktadan sonra karşılarına çıkanların hepsi de solgun, kireç gibi suratlara sahip tekinsiz varlıklardı.
Solgun çehreleri, altuni gözleri ve bedenlerini bir ağ gibi saran camsı çatlakları olan bu varlıklar, soğuk ve kalpsiz bir tavırla Subaru’yla diğerlerinin yolunu kesiyordu.
――Yoo, sadece Subaru ve yoldaşlarının yolunu kesmekle kalmıyorlardı.
Tanza: “Schwartz-sama, şunlar… İmparatorluk Askerleri’ne de saldırıyorlar!”
Tanza, bir grup kireç suratlıyı tekmeyle savurup duvara yapıştırırken durumu rapor etti.
Onun da dediği gibi göz ucuyla gördüğü manzara “düşmanın” Subaru ve ekibini değil, şehri savunan İmparatorluk Askerleri’ni hedef aldığıydı.
Elbette bu “düşmanlar”, Pleiades Taburu’nun aksine Subaru’nun ne hissettiğini zerre kadar umursamıyordu. Ellerindeki silahlarla İmparatorluk Askerleri’nin canını almak için amansızca saldırıyorlardı.
İşte tam da bu yüzden――
Subaru: “――Tanza! Sana zahmet!”
Tanza: “Anlaşıldı.”
Subaru’nun bu akılalmaz talebini duyan Tanza, yerden güç alarak hızlandı.
Hızla fırlayan bir gülle gibi düşman saflarına daldı, tam da canlarını almak üzere oldukları İmparatorluk Askerleri’ne yetişti ve saldırganları kalın tabanlı ayakkabılarının topuğuyla sırtlarından vurarak yere serdi.
???: “――Hık!”
Kısa, boğuk bir çığlığın ardından tekmelenen “düşman” yolun iki yanındaki binalara savrularak paramparça oldu.
Tanza bir anlığına yıkılan binalara, ardından yoğun duman bulutunun ardında hayatları bağışlanmış olan İmparatorluk Muhafızları’na bir göz attı ve “Yolunuza gidin,” diyerek gitmelerine müsaade etti.
Neyse ki kurtarılan askerler, canlarını kurtaran Tanza’yı arkasından hedef almaya yeltenmek yerine bölgeden uzaklaşmayı seçtiler.
Subaru: “Bu çok işe yaradı… ama şu herifler…”
Tanza’nın çabaları istenmeyen ölümleri engelliyordu; ne var ki Subaru, onun darbesinin yol açtığı yıkım karşısında dehşete düşmüştü. Binalara çarparak onları tuzla buz eden “düşmanın” yarattığı manzara nefesini kesmişti.
“Düşmanın” bir daha yerden kalkamamasının sebebi kısmen Tanza’nın tekmelerinin muazzam gücüydü ama asıl neden, zaten ayağa kalkabilecek bir durumda olmamasıydı.
“Düşmanın” bedeni tuzla buz olmuş, parçalara ayrılmıştı. Ancak kanlı, korkunç bir ceset manzarası değildi bu; daha ziyade yere düşürülmüş porselen bir vazo gibi paramparça olmuştu.
Ortada tek bir damla kan da yoktu. Sanki bedenlerinde kan diye bir şey hiç var olmamış gibiydi.
Subaru: “Bunların olayı ne? Kukla gibiler mi yoksa bir tür robot mu?..”
Beatrice: “――Olamaz… yoksa bu, Ölümsüz Kral’ın Kutsal Ayini mi, doğrusu?”
Subaru: “――Bir şey mi aklına geldi, Beatrice?!”
Subaru, göğsüne yaslanmış ve ona tüm benliğiyle güvenen Beatrice’in kiraz dudaklarından dökülen kelimeleri kaçırmamıştı.
Subaru’nun tepkisi üzerine başını öne eğen Beatrice, açıklamaya başladı…
Beatrice: “Bir zamanlar ölmüş ve ruhu bedeninden ayrılmış bir vücuda ruhu geri çağıran bir büyü… Yasaklı bir teknik, sanırım. Eskiden Annemin araştırdığı bir şeydi ama yarım kalmış olması gerekiyordu.”
Subaru: “Ölüleri diriltmeye yarayan yasak bir teknik olduğuna göre bu bir nevi nekromansi büyüsü mü? Aklım biraz bulanık ama senin annen de amma baş belasıymış ha!”
Beatrice: “Subaru’nun Annem hakkında kötü konuştuğu ilk sefer değil bu, doğrusu. Ama böyle devam edersen Betty fazlasıyla da üzülür, o yüzden dikkatli olsan iyi edersin, sanırım.”
Beatrice’in çatık kaşlarla yaptığı bu uyarı üzerine Subaru, pişmanlığını belli edercesine dilini çıkarıp tek gözünü kıstı.
Ancak şirin Beatrice’in bu fikri, yabana atılacak gibi de değildi. Ya bu düşmanları yaratan şey, Ölümsüz Kral’ın Ayini gibi afili bir isme sahip olan bu ölügüden büyüsüyse?
Subaru: “Yani İmparatorluğun Dokuz İlahi Generali arasında ölügüden mi var diyorsun?”
(Ç.N: Subaru, hem ölügüden kelimesini kullanıyor hem de İngilizcedeki nekromansır kelimesini kullanıyor.)
Beatrice: “…Dediğin gibiyse Abel’in böyle bir şeyi önceden bize anlatmamış olması büyük bir ayıp, doğrusu. Hem bu, dostumuzu düşmanımızdan ayırt edemeyeceğimiz anlamına da gelirdi, sanırım.”
Subaru: “Ahlaki değerleri böylesine çarpık bir İmparatorluk’ta bu da mümkün sanırım ama… bir dakika ya! Sen Abel’in kim olduğunu biliyor muydun?!”
Beatrice: “…Betty biliyordu, doğrusu.”
Beatrice’in ağzından bu beklenmedik ismi duymak Subaru’nun gözlerinin fal taşı gibi açılmasına neden oldu. Subaru’nun şaşkınlığı karşısında Beatrice, yüzünü ekşiterek durumu onayladı.
Beatrice ve Abel arasındaki bağ… Bu ismin sadece bir isim benzerliği olmadığını, Beatrice’in o ekşi suratından anlamak mümkündü.
Temelde kimseyle yıldızı barışmayan Abel, belli ki Beatrice’le de anlaşamamıştı.
Sadece Abel’in Beatrice’e ne tür küstahça tavırlar sergilemiş olabileceğini düşünmek bile Subaru’nun midesini kaldırdı ancak…
Subaru: “――Tabii ki o herif de burada.”
Böylesine büyük bir savaşın ortasında, bu kuşatmanın göbeğinde Abel’in olmaması düşünülemezdi. Fakat isyancı güçlerin yapısını tam olarak bilmediğinden, durumun böyle olduğunun açıkça söylenmesi onda farklı bir his uyandırdı.
Abel burada olduğu takdirde Subaru’nun çılgınlıklarını artık biraz daha ince eleyip sık dokuması gerekecekti.
Subaru: “O zaman zombilerle dövüşme işini oradakilere mi bıraksam acaba? Yoksa zombi uzmanı şirin mi şirin Beatrice’le birlikte olaya dalıp icabına bakmamız mı daha iyi olur… AYAYAYAY! N’apıyorsun be?!”
Beatrice: “Hımm, sanırım. Subaru’nun suratı biraz gıcık geldi gözüme, doğrusu.”
Subaru: “Nedenmiş ya! Gözlerimdeki hem şirin hem de arsız ifade doğuştan geliyor bi’ kere, tamam mı?!”
Beatrice: “Abel’in adını duyunca tuhaf bir şekilde rahatlamış gibi görünmene gıcık oldum, sanırım.”
Beatrice’in bu mantıksız suçlamasıyla birlikte bacağını çimdiklemesi üzerine Subaru dudaklarını büktü.
Ne kadar olduğu tam kestirilemese de ayrı kaldıkları süre boyunca Beatrice’in Subaru’ya karşı olan tavrı bir nebze daha sertleşmiş olabilirdi.
Şüphesiz ki Abel’in yetenek bakımından üstünlüğünü kabul ediyordu. Ancak bu denli büyük bir çatışmanın ortasında, Abel’in adını duymak ona zerre kadar huzur vermiyordu.
Ne olursa olsun, Beatrice’le yeniden bir araya gelmek Abel’le karşılaşmaktan katbekat daha sevindirici bir olaydı.
Subaru: “Benim için bir numara sensin Beatrice, sakın yanlış anlama.”
Beatrice: “O zaman bunu bundan sonraki hareketlerinle kanıtla, doğrusu.”
Subaru: “Ah, başüstüne!”
Beatrice’in bu lütufkâr yargılamasına karşılık olarak Subaru, Idra’nın omzuna dokunarak Galewind Atı’nı aniden durdurttu.
Etrafta ne düşman ne de sivil izi vardı ve tam da bu yüzden bundan sonraki hareket tarzlarına karar vermek istiyordu.
Tanza: “Schwartz-sama, cilveleşmeniz bittiyse ne yapmayı önerirsiniz?”
Subaru: “Ne kadar da iğneleyicisin be! Cilveleşmiyorduk… Her hâlükârda Beatrice! Şu zombi büyüsü yapanı alt edersek her şey sona erer mi?”
Tanza’nın ifadesiz suratının âdeta bir iğne gibi battığı Subaru, Beatrice gibi büyü uzmanının görüşünü almak istedi. Soruyu duyan Beatrice parmaklarıyla buklelerini karıştırırken ikisi de yüzlerinde aynı ifadeyle…
Beatrice: “Başkalarının bedenlerine müdahale eden büyüler ağırlıklı olarak Yin Büyüsü ve Yang Büyüsü’dür, sanırım. Her iki tür için de genel olarak konuşmak gerekirse büyücü öldüğünde büyünün etkileri de ortadan kalkar, doğrusu. Dolayısıyla bu durumda da aynısının geçerli olacağını düşünmek istiyorum, sanırım.”
Tanza: “Söyleyiş tarzınızdan anladığım kadarıyla siz de emin değilsiniz, değil mi?”
Beatrice: “Betty bile Ölümsüz Kral’ın Kutsal Ayini’nin hayata geçirildiğine hiç şahit olmadı, doğrusu! Sırf söylentilere dayanarak gelişigüzel bir yargıya varacak kadar çocukça bir sorumsuzluk yapamam, sanırım.”
Subaru: “Sakin olun! Sakin olun! Peki ya, etki menzili ya da büyünün nereden yapıldığı hakkında bir fikrin var mı?”
Beatrice: “…Maalesef ki bu, tamamen kullanıcıya bağlı bir durum, doğrusu.”
Beatrice cevap verirken Tanza’nın onu yine küçümseyeceğini düşünür gibi sinirli bir şekilde Tanza’ya baktı. Ancak Tanza, yetersizliğini itiraf eden Beatrice’i eleştirmedi.
Bu konuda Tanza, yıldızının barışmadığı kişileri bile küçük düşürmezdi.
Subaru: “Kavga edecek zamanımız yok, ayrıca söylediklerin işe yaramadı değil Beatrice. Sağ olasın.”
Beatrice: “Pek de övgüyü hak edecek bir cevap değildi, sanırım.”
Subaru ona teşekkür ederek başını okşarken Beatrice yanaklarını şişirdi. Şişmiş yanaklarını parmaklarıyla dürtme isteği cazip gelse de Subaru içinde bulundukları zorlu durumu da hissediyordu.
Mevcut koşullar altında bu zombi saldırısı kesinlikle sıra dışı bir durumdu.
İmparatorluk Askerleri’nin de hedef alınması, isyancıların arasında bir ölügüden olabileceğini ve Abel gibi vicdansız ve soğukkanlı birinin insanlık dışı taktiklere başvurmuş olabileceğini akla getiriyordu. Ancak bu planın uygulanışında ve zombilerin aniden yerden biter gibi ortaya çıkışında bir tuhaflık vardı.
Bu zombiler; şehre dışarıdan saldıran bir güç olmaktan çok, şehrin içinden yaratılıp etrafa saldırdıkları izlenimini veriyordu.
Şayet ki bu Abel’in bir stratejisi olsaydı en mantıklısı en başından bir yıpratma savaşına girişmek olurdu. Belki de Subaru’nun aşina olmadığı askerî teknikler kullanılıyor olabilirdi.
Subaru: “Zombi kullanmaya başlarsan seninle ilişkimi gözden geçirmek zorunda kalacağım.”
Üstelik bu sadece belli belirsiz bir his olsa da Subaru, Abel’in siyasi amaçları uğruna “Ölümü” bir araç olarak kullanmaktan çekinmese de askerî amaçlar için bizzat “Ölüleri” kullanmayacağını da hissediyordu.
Abel’in veya genel olarak Vollachia halkının hayata ve ölüme bakış açısının buna izin vermeyeceğinden şüpheleniyordu.
Bu nedenle de――
Subaru: “Zombilerin Efendisi’nin varlığı, beklenmedik bir faktör olarak görmeliyiz. Kaledeki sahte İmparator’u alaşağı etmemize rağmen bu savaş bitmezse…”
Idra: “Şimdi ne yapacağız, Schwartz? Emirlerini bekliyoruz.”
Subaru: “Idra…”
Idra’nın yalnızca başını çevirip bu güven dolu sözleri fısıldaması üzerine Subaru düşünceli bir hâlde elini çenesine götürdü.
Bu; sorumluluğu Subaru’nun omuzlarına yıkma çabasından çok, onları bir kez daha ölüme götürebilecek bu durumda hayatını Subaru’yla birlikte riske atmaya hazır olduğunu beyan ediyordu.
Subaru bu konuma kendi arzusuyla gelmişti.
Ve bu sorumluluğu ne pahasına olursa olsun yerine getirmeliydi. Idra ve Pleiades Taburu’nun üyeleri sayesinde Subaru, artık eskisinden çok daha uzağa elini uzatabiliyordu.
Subaru: “Kesin bir kanıtım yok ama şimdilik en iyisi… AYAYAYAY! AY, AY!”
Beatrice: “Subaru!”
Tanza: “Schwartz-sama!”
Subaru sorumluluğunun farkına vararak başıyla onayladığı sırada, hem Beatrice’in bacağına attığı çimdikten hem de başka bir yerden gelen acıyla çığlık attı. Bu durum karşısında Beatrice ve Tanza’nın gözleri fal taşı gibi açıldı.
Bu sefer Subaru’nun canını yakan şey de saçının yolunmasıydı.
Ve bunun sorumlusu ne Beatrice ne de Tanza’ydı, Idra’ysa hiç mi hiç değildi. Sorumlu kişi de――
Subaru: “Ne yapıyorsun sen, Louis! Saçımı çekmesene be! Yaşlandığımda kel kalmamak için genç yaştan itibaren saçıma iyi bakmak hayati bir strateji…”
Louis: “Uuau! Uu! Au! Auuu!~”
Subaru: “Ne?”
Çekilen saçını korumaya çalışan Subaru’ya, Louis çaresizce bir şeyler anlatmaya çalışıyordu.
Subaru’nun sırtını pat pat vurdu, sonra da İmparatorluk Başkenti’nin kuzeyini―― Kristal Saray’ın bulunduğu ancak ana yoldan biraz sapmış bir yönü işaret etti ve durmaksızın onu o yöne gitmesi için sıkıştırıyordu.
Oraya git. Subaru, kızın bunu demeye çalıştığını anlamıştı.
Subaru: “Orada bir şey mi var?”
Louis: “Au!”
Subaru’nun sorusunu Louis tiz bir çığlıkla yanıtladı.
Şunu da belirtmek gerekir ki Louis, Subaru’yla yeniden bir araya geldiği için duygusal olarak oldukça sakinleşmiş görünüyordu. Aralarındaki karmaşık ilişkiye rağmen Subaru da onun güvende olmasına içten içe rahatlamıştı.
Bunun da ötesinde, Louis’in bu kadar çaresizce işaret ettiği bir şey varsa bu ancak ve ancak――
Subaru: “――Beatrice, sadece bir şey soracağım. Herkes… birlikte mi?”
Beatrice: “Herkes… değil, doğrusu.”
Subaru’nun bu sessiz sorusuna Beatrice net bir cevap vermekten kaçındı.
Ancak Subaru, Beatrice’in bu kaçamak tavrının sebebinin kendini beğenmişlikten çok, kendisini yaşayacağı şoktan korumak olduğunu anlamıştı. Bunu anladığı için de neden üstü kapalı konuştuğunu da kavramıştı.
Bu yüzden de――
Subaru: “Tanza, Idra! Beatrice ve Louis, plan değişikliği yapıyoruz!”
Yapılması gereken şeye karar veren Subaru, Galewind Atı’nın üzerinden etrafındakilere seslendi.
İmparatorluk Başkenti’ni merkez alan bu savaşın yatışmayacağı, aksine daha da şiddetleneceği aşikârdı. Zombiler ve onların Efendisi bilinmez birer faktörken hazırlıklı olmak şarttı.
Elbette böyle bir teoriyi kafasında kurabilirdi ama――
Subaru: “Önce Louis’in işaret ettiği yere gidiyoruz! Oradan almam gereken çok önemli bir şey var!”
Beatrice: “Louis’in derdi oysa… O kız da orada olacaktır, sanırım.”
Subaru’nun bu kararıyla Beatrice, Louis’in işaret ettiği hedefin kim olduğunu anlamasını sağlamıştı.
Beatrice’in sözlerini başıyla onaylayan Subaru, kendisine bakan Tanza ve Idra’ya dönerek devam etti.
O da――
Subaru: “――Rem’i alıp, olabildiğince çok kişiyi toplayıp başkentten kaçacağız! Zamana karşı yarışıyoruz!”
Böylece o anda orada olmayan bir adamla şaşırtıcı bir şekilde aynı yönde bir karar vermişti.
#Kısım 8’in ilk bölümüyle gene upuzun bir serüvene başlamış oluyoruz. Başkentten çekilme kararı aldık, peki ya ondan sonra neler yapacağız? Devam edelim okumaya!

Ellerinize sağlık
En sonunda güncel geldim ama bu iyi mi oldu şüpheliyim 😀
Çeviri için teşekkürker